Korkunun bittiği yerde

Everyday I am chapullingGezi Parkı direnişiyle birlikte politik duruş eksikliğinden muzdarip sayıldığı için ‘apolitik’ olarak nitelendirilen insanlar, solda kemikleşmiş ve hatta taşlaşmış bir ezberi bozdu. Türkiye solunun bu ezber bozumuna fena halde ihtiyacı vardı. Onyıllardır “koyun sürüsü” gibi benzetmelerle entel tepelerden esen öfkeli alaylara maruz kalan kitle, o yükseklikten görünmeyen benzersiz bir kolektif zekayı çabucak devreye soktu. Bu zeka ağızları önce açık bırakıp, sonra da gülümsetti.

Korkunun bittiği yerde hiciv başlıyor. İstanbul’un kalbinin attığı sokakların ve caddelerin duvarlarındaki yazılar ve çizimler, genç kentsel ifadenin geldiği yeri anlatıyor. Bu yazıların kadınlara, homoseksüellere, trans bireylere ve seks emekçilerine karşı nefret söylemi barındıranlarını saymıyorum elbette. Bunlar herhangi bir yaratıcılık barındırmadığı gibi, hepimizin kurbanı olabileceğimiz bir nefret söylemini sağlamlaştırmaktan öte gitmiyor. Duvar yazılarının çoğu, ölçülü ama tam onikiden vuran tespitleri yansıtan bir toplumsal hicvin ürünü. En fazla akılda yer edenler onlar olduğu için, nefret söylemi barındıran yazılardan daha çokmuş gibi görünüyorlar. Bu yazılarla birlikte bundan sadece iki hafta önce gönüllere dehşet salan başbakan Erdoğan’ın korkudan beslenen kalkanı yerle bir olup, karizması yerlerde sürünmeye başladı.

Korkunun bittiği yerde, hiyerarşinin hükmü azalıyor. Başbakanlık bir sosyal mertebe olmaktan çıkıp, herkesin görev aldığı bir iş bölümünün parçası oluyor. Dolayısıyla kendini göklerde gören kibirli zihniyetle de dalga geçiliyor. Gençlerin duvar yazıları, ağzından köpükler saçılan bir nefretin bildik umutsuzluğunu değil, gülümsemenin devrimini başlıyor.

Korkunun bittiği yerde sosyal hareket başlıyor. Evde oturup televizyon seyretmek ve dışardaki hayatı izlemek yerine, sokağa çıkılıp hayata karışılıyor. Dev uykusundan uyanıyor. Koltuğa gömülmekten sıkılıp, ayaklarının üzerinde yürümeye başlıyor. Yürüdükçe zihni açılıyor, açıldıkça hızı artıyor. Kendine biçilmiş pasifize role hayır deyip, kendi rolünü kendi yazıyor. O kendi kaderini kendi tayin ediyor.

Korkunun bittiği yerde sosyal öğrenme başlıyor. Birinin göremediğini diğeri görüp, öbürünün duymadığını başkası duyuyor. Öğrenmenin önündeki engeller, bilgi akışının önündeki barajlar birlikte yıkılıyor. Sorgulanamaz denilen herşey birlikte sorgulanıyor. Egemen gücün ‘ezberletilmiş doğruları’ böyle aşılıyor. Bu ezberlerin mevcut sosyal-ekolojik adaletsizliğin ve yıkımın temellerini oluşturduğu böyle ortaya çıkıyor.

Korkunun bittiği yerde halkın gücü başlıyor. İnsanlar korkunun esaretinden bir kez kurtuldu mu, bir daha ona pas vermemeyi öğreniyor. Onlar, günlük yaşamın hayhuyu içinde birer bireyken, sokağa indiklerinde tek bir devin hücreleri gibi hareket etmeyi öğreniyor. “Sık bakalım, sık bakalım, biber gazı sık bakalım. Kaskını çıkar, copunu bırak delikanlı kim bakalım” diye slogan atarken binlerin değil, bir devin ağzı haykırıyor. Ne atılan ses bombaları bu sesi bastırabiliyor, ne de fütursuzca salınan biber gazı bu devin soluğunu kesebiliyor. Polisin terörü, devletin sağırlığı ve başbakanın egosu karşısında, dev gazı yedikçe büyüyor ve kendine yöneltilen vahşete inat gülüyor.

Korkunun bittiği yerde ötekine duyulan korku da yok oluyor. Rekabet yerine dayanışma, savaş yerine barış hakim oluyor. Gezi Parkı gecelerin serinliğinde Kürt, Türk ve Laz müziklerinin ritminde gençleri ve genç hissedenleri ele ele tutuşturup hoplatıyor. Korkuyla birlikte güvensizlik de gidiyor. İnsanlar yere düşene el uzatmayı, ötekini anlamayı ve geleceğe güvenle bakmayı öğreniyor. Ellerin birleştiği halaylardan, omuzların birleştiği mücadeleler doğuyor. İnsanlık parkları yıkarak değil, koruyarak gelişiyor ve ilerliyor.

Akgün İlhan 

Marksist.org