Büyüme saplantısı

Kaynak: Cengiz Aktar, Haberx, 20 Haziran 2012

Büyüme saplantısı: Bir durum tespiti (2) Kaldığımız yerden çerçeveyi gözden geçirmeye devam edelim. Nükleer Santral Yasası Anayasa Mahkemesi’nin Rusya ile Akkuyu için imzalanan yasanın iptalini reddetmesiyle nükleer lobinin önü açıldı. Nükleer, sonuçlarının tam anlaşılması için yeterince eski bir teknoloji değil. Zaten o yüzden bugün “benden sonra tufan” şuuru hâkim. Nükleer ne daha ucuz, ne de daha temiz. Kirliliği gözle görülmüyor. Binlerce yıl aktif kalan atıklar yalnızca öldürüyor. Enerjide bağımsızlık argümanı ise, ne uranyumu ne de nükleer uzmanı olan Türkiye için hoş bir masal.

HES’ler için idarî altyapı

2003’teki Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Yasası ile HES yapımı ve işletilmesi özel sektöre devredildi. Geçen Mart’ta Başbakanlık genelgesi ile kurulan Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu esas olarak HES inşaatlarına hız kazandırma amacını taşıyor.

Yaklaşık toplam 2000 HES yapılması bekleniyor. Doğa Derneği’nin ulaştığı Devlet Su İşleri’nin 2023’teki Türkiye HES ağından arta kalan akarsu yok. Hepsi tutulmuş durumda. Bunun sonu çölleşme, kırsalı insansızlaştırmadır; çevresel mülteci hareketleridir; bugünden dışa bağımlı olmuş tarımsal ve hayvansal üretimin tamamen yok olmasıdır. Bu barajlar yokken, dünyanın tarımda kendisine yeten yedi ülkesinden biriydi Türkiye. Bugün bütün afra tafraya rağmen toprak mahsulü ve hayvan ithal ediyor.

Duman çıkarmadığı için temiz ve sürdürülebilir olduğu farzedilen HES’lerin Türkiye’nin açıkça kirleten enerji üretimini uluslararası karbon emisyonu piyasası vasıtasıyla aklamak için kullanıldığını da hatırlatayım.

Yürütmeyi durdurma 

İnşaat furyasının hukuken denetlenemez olması hükümetin temel tutumu. Bu çerçevede 3. Yargı Paketi’nde çevre davalarında yargı kararlarını by-pass edecek maddeler var. Dava açılsa bile idarenin savunması gelmeden mahkeme yürütmeyi durdurma kararı veremeyecek. Hâlbuki HES inşaatıyla birlikte geri dönüşsüz yıkım da başlıyor. Benzer bir durum hafta içinde gelen, yargının Sulukule projesini iptal kararıyla yaşandı. XI. yüzyıldan bu yana orada yaşayan Sulukulelileri barklarından eden, üstelik 1. derece sit alanına 640 villa diken bu projede yürütmeyi durdurma kararı bir türlü alınamamıştı. Yeni düzenlemelerle artık hiç alınamayacak demektir.

ÇED muafiyeti

Aynı mantık doğrultusunda Nisan 2011’de Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nde yapılan değişikle 2015’e kadar yatırımına başlanacak olan ve daha proje aşamasında olan projelerde ÇED şartı artık aranmıyor. Sinop ve Akkuyu Nükleer Santralleri, Amasra Termik Santrali, 3. Köprü, Ilısu Barajı ve Gebze-Orhangazi-İzmir Otoyolu bu kapsamda. Yapılan değişiklikle Artvin, Rize, Tunceli, Mersin, Küre Dağları, Kaz Dağları gibi biyolojik çeşitlilik hazineleri yatırıma açılacak. Akarsu havzaları arasında su transferi, 10.000 m2 ve üzerindeki deniz dolguları, ulaşım ve altyapı yatırımları, su depolama tesisleri, 10MW ve üzeri nehir tipi HES’ler, toplu konutlar, turizm tesisleri, maden ocakları ve bazı fabrikalar da 2013 yılına kadar ÇED uygulamasından muaf tutularak gerçekleştirilebilecek.

İş güvenliği

Kalkınmacı ideolojinin doğrudan kurbanı elbette işçiler. Türkiye’de günde ortalama 176 iş kazası oluyor, kazalarda 3 kişi ölüyor, 5 kişi sakat kalıyor. 2010’da 62.903 iş kazası ve 533 meslek hastalığı meydana gelmiş, 1.444 kişi iş kazasından, 10 kişi meslek hastalığından hayatını kaybetmiş. Ölümlerin 475’i yani yaklaşık 1/3’ü inşaat sektöründe. Türkiye ILO’nun kabul ettiği 20 uluslararası sözleşmenin sadece 6’sını onayladı. Bunlardan biri de 2005’te onaylanan iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili sözleşme ancak iç hukuka hâlâ yansımadı. İş Sağlığı Güvenliği Yasa Tasarısı yıllardır konuşuluyor ama bir türlü yasalaşamıyor. Zira alelacele kalkınmayı köstekleyecek mahiyette.

Sendikalaşamama

TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu’nda yeni kabul edilen Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı her ne kadar darbe döneminin 2821 sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev, Lokavt Yasası’nın kısıtlayıcı hükümlerini düzeltiyorsa da yetersiz. Toplu iş sözleşmesi (TİS) yapabilmek için gereken eşikler makul seviyelere inmiyor. Türkiye’de AB ülkelerine kıyasla TİS kapsamında çalışanların toplam ücretlilere oranı çok düşük: %13,3!

Unutmayalım ki sendikalar 1980 darbesinden bu yana bellerini kat’iyen doğrultamadı. Tasarı sendikalaşmayı kolaylaştırmaktan uzak. Yetersiz sendikalaşma ise zayıf sendikaları, zayıf sendika da örneğin iş güvenliği gibi hayatî konularda teknik donanım yetersizliğini ve hak arama zaafını beraberinde getirir. Diğer taraftan hükümetin sendikalar ve grev hakkı konusundaki iradesini THY’deki anlaşmazlıkta yeniden gördük. Çalışanların iş koşullarının iyileştirilmesi taleplerinin yolcu ve mürettebat güvenliğiyle birebir ilişkili olduğunu anlamaktan aciz ve sadece acele kâr ile prestij peşinde koşan güdük bir anlayıştan söz ediyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir yumuşak karnı giderek büyüyen adalet açığıysa diğeri inşaat ağırlıklı kalkınmacı saplantı ve sonuçları. Ve bu gidişat ne siyaseten ne de iktisaden sürdürülebilir.

(20.06.2012 tarihinde Taraf gazetesinde yayınlanan yazısı)