Su hakkı anayasal güvenceye alınsın!

Kaynak: Özgür Gündem, 23 Ekim 2012

Su Hakkı Kampanyası (SHK), 17 Ekim 2012 tarihinde tüm dünyada artan bir sıklıklıkla dile getirilmekte olan suya erişim hakkının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alması için önemli bir adım attı. “Su Hakkı Anayasal Güvence Altına Alınsın!” sloganı ile yola çıkan SHK, su hakkının tanınması için bir imza kampanyası başlattı (siz de imza.suhakki.org adresine tıklayıp isminizi ekleyebilirsiniz). Kampanya 17 Ekim’de İstanbul’da gerçekleştirilen bir basın toplantısı ile başladı. Aralarında Müjde Ar ve Lale Mansur gibi sanatçıların da bulunduğu ilk yüz imzacı arasında bulunan CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, İstanbul Eski Milletvekili Ufuk Uras, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Cengiz Aktar, İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ve Küresel Eylem Grubu aktivisti Şenol Karakaş bu basın toplantısının konuşmacılarıydı.

Su hakkı yaşam hakkı demek

Su Hakkı Kampanyası’ndan Nuran Yüce’nin moderatörlüğünde yapılan basın toplantısında kampanyanın yeni olmasına karşın, yeni bir hak talebinde bulunulmadığı, suyun yaşamın ön şartı ve dolayısıyla su hakkının da yaşam hakkının şartı olduğu dile getirildi. “Egemenler açısından su stratejik bir silah, ekonomik bir kaynak, ekonomik kalkınmanın ve politik baskının bir aracı olarak görülüyor” diyen Yüce, dünya baraj literatürüne Türkiye’nin önemli katkısının “güvenlik barajı” denilen bir kavram olduğunu ekledi. Çoğumuzun bildiği gibi Türkiye’de Şırnak’tan Hakkari’ye kadar olan bölgede on bir tane baraj sadece güvenlik için planlandı. Hatta bölgeye giden komutanların araziyi inceleyip olup olmayacağına karar verdiği bu askeri barajlardan ikisinin inşaatı tamamlandı bile.

‘Su akar, Türk bakar’

TBMM’nin Çevre Komisyonu’nda yer alan CHP Milletvekili Melda Onur, “su akar, Türk bakar” söylemine değinerek suyu bir hak değil de bir rant odağı olarak gören zihniyetin su sorununu yarattığını belirtti. Suyun yaşamın kaynağı ve su hakkının ekolojik anayasının önemli bir unsuru olduğunu söyleyen Onur, sözü HES karşıtlarına getirerek şöyle dedi: “suyu elinden alınmak isteyenler için su sadece H20 değil. Onlar için su kutsal”.

Sayaçları söküp atmak!

İkinci konuşmacı olan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ise söze Bolivya’da halkın ön ödemeli sayaçları söküp attığını ve su haklarının ellerinden alınmasına bu şekilde meşru bir tepki verdiklerini belirterek başladı. Dikili’de uygulanan su tarifesini hemen hatırlatalım. Dikili Belediyesi hane başına aylık 13 tona kadar suyu 1 kuruştan veriyor. Ancak kullanılan su 13 tonu geçerse tüketilen toplam su miktarı normal tarifeden hesaplanıyor. Özgüven bu tarifelendirmenin sadece yaşam hakkı olan su hakkını gerçekleştirmeye değil, su tasarrufuna da önemli katkısı olduğunu söyledi.

Dünya cehennemi yaşıyor

Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, su krizi ile iklim krizi arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat çektiği konuşmasında insanlık tarihi boyunca pek çok medeniyetin iklim değişiklikleri sonucunda ortadan kalktığını, bunun günümüzde de yaşanabileceğini söyledi. Dünyada bir yanda kuraklığın, öte yanda sellerin yaşanmasının kutsal kitaplardaki cehennem ve tufan durumunu andırdığını söyleyen Madra, şirketlerin sözünden çıkmayan devletlerin yaşanan ekosoykırımın baş aktörleri olduğunu belirtti.

Kalkınma saplantısı ve su

Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Cengiz Aktar ise, içinde kalkınmanın adının geçtiği Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “kalkınma saplantısı”na dikkat çekti. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası, Kentsel Dönüşüm Yasası, 2B Yasası, Nükleer Yasası, HES’ler için idari altyapı düzenlemeleri, büyük projeler için ÇED muafiyetinin getirilmesi, Mühendis ve Mimar Odaları’nın denetim haklarının ortadan kaldırılıp, denetim işlerinin özel şirketlere verilmesi gibi düzenlemelerle varolan tüm kamusal zenginliklerin şirketlere devrinin tamamlanmakta olduğunu söyleyen Aktar, DSİ’nin 2023 yılı hedefleri içinde “akan su” diye bir varlığın olmadığını, tüm akarsuların kanallara hapsedileceğini belirtti.

Dünya hepimize emanet

İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ise Karadeniz’de suların artık kendi doğal yatağında değil, borularda aktığını tekrar ederek, bunun enerji için yapıldığına artık kimsenin inanmadığını belirtti. Su meselesinin ne sadece AKP’nin kalkınma saplantısıyla, ne de salt su yönetimi ile açıklanamayacağına vurgu yapan Bekaroğlu, neoliberalizmin, kapitalizmin ve modernizmin sorgulanması gerektiğini söyledi. “Dünyaya mülk olarak bakıldığı sürece istediğiniz kadar tasarruf edersiniz” diyen Bekaroğlu, şöyle devam etti: “Dünya bize emanet, bizden öncekilerden bize kaldı ve biz de onu bizden sonrakilere devredeceğiz”.

‘Parayla terbiye etmek’

Eski İstanbul Milletvekili Ufuk Uras ise Marmara Bölgesi’ndeki yüksek arsenik oranına işaret ederek “su ile bakma seyretme dışında bir ilişkimiz olduğunu belli” dedi. Neoliberal anlayışın kilit noktasının “su bedava olunca kimse musluğunu tamir etmez” iddiası olduğunu söyleyen Uras, insanların parayla terbiye edilmesinin söz konusu olduğunu belirtti. “En büyük sorun kapitalizmin kendisini değil, sonuçlarını yargılıyor olmamız” diyen Uras, sonuçlar üzerinden bir tutum belirlemenin faydasız olduğunu, su hakkı talebinin herkesin öncelikli konusu olması gerektiğini ifade etti.

Su savaşı zorlayacak

Küresel Eylem Grubu’ndan Şenol Karakaş, Karadeniz’de neredeyse bütün akarsulara kurulan HES’lere yönelik yaptığı konuşmasında tüm olanlara rağmen umudunu kaybetmediğini, HES, baraj ve termik santral gibi yapıların inşa edildiği yerlerde yaşayan köylülerin muazzam bir öfke içinde olduklarını söyledi. Karakaş, bu öfkenin önemli bir potansiyel olduğunu, bir su savaşına dönüşebileceğini ve bunun hükümetin en zayıf karnı olduğunu belirtti.

Neden kampanya?

Dünyanın her yerinde neoliberal uygulamalardan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenen milyarlarca mağdur var. Buna diğer canlıları ve gelecek kuşakları da eklediğimizde ise mağdur sayısının hesaplanamayacak kadar büyük olduğunu görüyoruz. Böylesine büyük ölçekli ve ortak bir mağduriyetin, hak kavramı üzerinden ifade edilmesi kaçınılmazdı. Büyüyen su ve iklim krizi  ile birlikte, geçtiğimiz yüzyılın sonuna doğru su hakkı kavramı şekillenmeye başladı. Aslında önceleri de çeşitli uluslararası metinlerde sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı içinde su hakkı adı bizzat anılmasa da, örtülü olarak kabul ediliyordu. Yani yeni bir hakkın oluştulmasından çok, varolan bir hakkın değişen sosyal-ekolojik koşullara göre yeniden tanımlanması söz konusuydu. Yaşam hakkının vazgeçilmez unsuru su hakkının, dünyayı saran ticarileştirme ve özelleştirme politikalarının taarruzundan korunması için yeniden tanımlanması bu nedenle gerekti.

Dünyada su hakkı mücadelesi

Türkiye’de su hakkının anayasal güvence altına alınması konusunda karamsar olmamak gerek. Zira dünyada SHK’nın yürüttüğü kampanya benzeri oluşumlar olumlu sonuçlar verdi. Örneğin Uruguay’da 2004 yılında su üzerine anayasal değişiklik öneren bir referandum sonucu, su hakkı anayasaya dahil edilip, su hizmetlerinin doğrudan kamu eliyle yürütülmesi kanunlarla güvence altına alındı. Bolivya’da ise 2000 yılına damgasını vuran “Cochabamba Su Savaşları”nın önemli bir sonucu olarak 2009 Anayasası’na şöyle bir madde eklendi: “Su ve temizliğe ulaşma bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz”. İtalya’da 2007 yılında su hizmetlerinin tekrar kamu kapsamına alınması için başlatılan bir kampanya sonucunda 400 bin imza toplanarak referanduma gidildi. 2011’de gerçekleşen referandum sonucunda İtalya’da suyu ve su hizmetlerini özelleştiren mevcut yasalar %96 oyla red edildi.

Bu başarılar ülkelerle sınırlı değil. Bolivya’nın girişimiyle Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplandı, 124 evet ve 42 çekimser oyla su hakkını şu ifadelerle anlatan maddeyi kabul etti: “BM Genel Kurulu güvenli ve temiz içme suyuna ve hıfzıssıhhaya erişimin yaşamdan ve insan haklarından sonuna kadar faydalanılması için temel bir insan hakkı olduğunu kabul eder”. Türkiye çekimserler arasında yer aldı ama önünde sonunda su hakkını kabul etmek zorunda kalacak.

Sosyal mücadele

Elbette ki su hakkı mücadelesi sadece hukuksal boyutta yürüyebilecek bir süreç değil. Mücadelenin sosyal boyutu, en az hukuksal boyutu kadar önemli. Türkiye’de son yıllarda güçlenen bir baraj ve HES karşıtı hareket zaten mevcut. Bu potansiyelin, dünyanın çeşitli su hakkı mücadelelerinin potasında eriyerek ortaya çıkmış bir ortak mücadele birikimiyle buluşması gerek. Su hakkı kavramı tam da bu noktada birleştiricilik rolünü oynuyor. Su hakkı, şirket ve devletin değil, insanın, gelecek kuşakların, kurdun, kuşun ve akarsuyun hakkını savunuyor. Böylesine kapsamlı ve birleştirici bir kavramla yola çıkan bir hareketlenmenin umut verici olması da bu yüzden.

Dr. Akgün İlhan