Türkiye’nin Sulak Alanları

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü olacak 2023 yılı hedeflerini duymayanınız yoktur. Bu tarihe ithafen “milli gururumuzu” kabartacak projeler birbiri ardına ilan ediliyor. “Dünyanın 9. büyük köprüsü İstanbul’da kurulacak”[1]; “Uzaydan görülecek kadar büyük yeni bir havalimanımız olacak”[2]; “Dünyanın 3. en yüksek barajı Yusufeli’nde kurulacak”[3]; “Türkiye bölgenin merkezi olacak”; “Bütün dünya artık bizim pazarımız, bütün dünya bizim şantiyemiz olacak”[4] diye başlayan bir hayaller silsilesinin içinde ülke oradan oraya savruluyor. Gerçekler dünyasında ise insanlar ve yaşam kaynakları vahşi bir “kalkınmanın” tam da ortasında hızla yoksullaşıyor ve yok oluyor.

Cumhuriyetin 100. yıldönümüne yaklaştıkça kalkınma hedefleri de şaha kalkıyor. Bunların en çılgını Türkiye’nin su kaynaklarının “tam kapasite” kullanılması hedefi[5]. Evet yanlış duymadınız, Türkiye’de bulunan tüm tatlı su kaynaklarının, yani akarsuların ve göllerin %100 oranında kullanılmasından bahsediyor bu hedef. Olur mu öyle şey demeyin, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker Türkiye’nin tarım hasılası ile 2002’den 2010’a dört sıra yükselip, dünyada yedinci sıraya yerleştiğini, esas hedefin ise 2023 yılında dünyada tarım üretiminde ilk beşe girme olduğunu söylüyor[6]. Enerjide ise dışa bağımlılıktan kurtulmaya çalışan Türkiye’nin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Adana’da Sanibey Barajı ve HES’inin açılışında “Artık ‘su akar, Türk bakar’ yok; ‘su akar, Türk yapar’ var” diyor[7]. Böylesi tarım ve enerji hedeflerine de, elbette suların tam kapasite kullanımı yakışır.

İspanya’nın 36 yıllık Franco diktatörlük döneminde (1939-1975) de su ile ilgili benzer “çılgın” hedefleri andıran şu cümle oldukça manidar: “Bir damla su bile toprağa zorunlu vergisini ödemeden denize ulaşmayacak”[8]. Bu ülkede suyu mutlak kontrol altına alma ve ondan en fazla şekilde faydalanma arzusu, aslında insanları da “hizaya sokma” misyonun bir yansımasıydı[9]. “İspanya suları denize aktığı sürece asla zengin olamayacak”[10] diye yola çıkan Franco diktatörlüğünün sonunda, ülke dünyada kişi başına düşen hidrolik yapı sayısı en yüksek ülkeler arasına girmişti. Bu hidrolik tesisler yüzünden yüzbinlerce insan yerinden yurdundan olup, göç etmek zorunda kaldı. Yüzlerce baraj ve HES, binlerce kilometrelik kanallar ülkenin hem sularını, hem de insanlarını epey bir dize getirmişti.

Türkiye’nin, tıpkı kendisi gibi iklim değişikliği ve kuraklıktan etkilenen bir Akdeniz ülkesinin acı tecrübelerinden öğrenmek yerine, onunla aynı yolu geriden takip ediyor olması üzücü. Deriner Barajı’nın su tutma töreninde söz alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik sözleri bunun en bariz kanıtı: “Artık Çoruh, kendi istediği gibi değil, bizim istediğimiz gibi akacak”[11]. İspanya artık suyu “mutlak kontrol” altına alma sevdasından vaz geçiyor. 2004 genel seçimleriyle birlikte geleneksel Ulusal Hidrolik Plan’ı yerini, Yeni Su Kültürü Hareketi’nin rüzgarında Su Programı anlamına gelen Programa AGUA’ya bırakıyor[12]. Ulusal Hidrolik Plan’da su bir ekonomik kalkınma aracıydı. Su, barajlarda toplanıp yaşam alanlarını boğan; yüzlerce kilometrelik beton kanallarda toprağa değmeden akan ve hayat veren değil, ölüm getiren bir silaha dönüştürülmüştü. Suyun devletin ulusunun değil, sadece kendi adıyla anıldığı yeni programda ise eski kontrol merkezli anlayış sarsılmaya başladı. Suyun sadece ekonomik değil, sosyal ve ekolojik boyutlarını da dikkate alan, suyu eknomik bir kaynak değil, yaşam veren canlı bir varlık olarak tanımlayan Yeni Su Kültürü[13] Hareketi bu sarsılmanın arkasındaki lokomotif.

İklim krizinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri olmasına rağmen Türkiye’nin ne iklim, ne de su krizine yönelik ciddi bir politikası var. Bunun aksine, tüm su varlıklarını tam kapasite kullanmak gibi fiziksel sınırları zorlayıcı bir iddiası var. Bu da aslına yangına körükle gitmek anlamına geliyor. Bu yangını engellemezsek az ya da çok ve er ya da geç herkes etkilenecek. Ve görünen o ki çılgın 2023 hedefleri gerçekleşirse bu yangını söndürmeye bir kova su bile bulunamayacak.

Türkiye’de su tüketimi

Türkiye’nin nüfus artışı dünya ortalamasının az da olsa üzerinde seyrediyor. 2023 yılında nüfusun 100 milyon olacağı tahmin ediliyor. Bu veriler hesaba katıldığında 2023 yılında kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1125 m3/yıl civarında olacak[14]. Böylece 2030 yılına gelindiğinde Türkiye su fakirliği üst değeri olarak kabul edilen 1000 m3/kişi/yıl değerine ulaşmış olacak (Bkz şekil 1) ve su bakımından fakir ülkeler arasında yerini alacak[15].

Şekil 1. Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı

Kaynak: DSİ (http://www.dsi.gov.tr)

Ancak ülkenin artan su tüketiminin birincil nedeni nüfus artışı değil. Suyun sektörel paylaşımında %74 ile tarım ilk sırayı çekerken, %15 ile evsel kullanım ikinci ve %11 ile endüstri sektörü üçüncü sırada yer alıyor (Bkz şekil 2). Su tüketiminde en büyük paya sahip tarımsal su kullanımı, DSİ’nin 2023 planına göre 72 milyar m3’e çıkarılarak %143 artırılacak. Ayrıca DSİ sulanabilir alanların 2023’e kadar 4,9 milyon hektardan 8,5 milyon hektara çıkarılarak %73 oranında büyütülmesini hedefliyor. Sulanan alanların %94’ünün suyu israf eden yüzey sulama metodları (karık, tava ve salma) ile gerçekleştirildiğini hesaba kattığımızda tablo daha da vahimleşiyor. Yüzey sulama yöntemi yerine basınçlı sulama sistemleriyle %50’lik bir su tasarrufu sağlanabilirken, Türkiye’nin su kaynaklarının en azından üçte birini bu şekilde israf ettiği tahmin ediliyor[16].

Şekil 2. Türkiye’de sektörlere göre su tüketimi

Kaynak: DSİ (http://www.dsi.gov.tr)

Türkiye’de çeşitli yasal metinlerde adı geçse de uygulamada su tasarrufu hedeflenmiyor. Gerek su politikaları, gerekse suyu yakından ilgilendiren tarım ve enerji politikaları, ülke topraklarındaki doğalvarlıkların ekonomik kalkınmayı ve milli güvenliği sağlamak adına devlet eliyle öncelikle ekonomik sektörün taleplerini, daha sonra halkın ihtiyaçlarını karşılamak için tam kapasite kullanılmasını sağlamaya yönelik[17]. İzlenen bu politikalar hem su hem de enerji tüketimini artırmayı hedefledikleri için sulak alanların da hızla kirlenmesi ve buna bağlı olarak yok olması sonucunu doğuruyor.

Türkiye’nin sulak alanları

Dünyada sulak alanlara yönelik ilk uluslararası sözleşme 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde Ramsar Sözleşmesi adıyla imzaya açıldı. Bu anlaşmayla birlikte özellikle su kuşlarının yaşama alanı olması dolayısıyla belirlenen kriterlere uyan sulak alanlar koruma altına alınmaktadır. Türkiye’de 1991’de Çevre Bakanlığı’nın kurulmasının ardından Bakanlık bünyesinde “sulak alanlar birimi” de kuruldu. 1993’te ise “Sulak Alanların Korunması Genelgesi” Bakanlık tarafından yayınlandı. 1994’te  Türkiye Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olarak Manyas Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü ve Göksu Deltası’nı Sözleşme’ye dahil etti.

Ramsar Sözleşmesi[18] sulak alanları “doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş anında derinliği altı metreyi aşmayan deniz suları” olarak tanımlıyor. Ramsar Sözleşmesi kriterlerine göre Türkiye’de 200’e yakın alan uluslararası öneme sahip sulak alan olarak tespit edilmiş[19].  Ancak Sözleşme kapsamında sadece 13 sulak alan var. Bunlar şöyle: Manyas Kuş Gölü, Akyatan Lagünü, Gediz Deltası, Göksu Deltası, Kızılırmak Deltası, Kızören Obruğu, Burdur Gölü, Kuyucuk Gölü, Seyfe Gölü, Uluabat Gölü, Meke Gölü, Sultan Sazlığı ve Yumurtalık Lagünü var (Bkz harita 1). Bunun en önemli nedeni ise Bakanlığın teknik kapasitesindeki eksiklikler. Yani Bakanlığın sulak alanlar birimi, sulak alanların bilim kurullarının oluşturulması, sınırlarının çizilmesi, yönetim planlarının hazırlanması ve takibi gibi bir dizi faaliyetin yoğun yükünü kaldıracak kapasitede değil. Bu önemli bir konunun böylesine basit bir nedenle ihmal ediliyor oluşu düşündürücü.

Peki neden sulak alanlar bu kadar önemli? Çünkü bunlar dünyanın en önemli genetik rezervuarları. Sulak alanlar türlerin %40’ını, tüm hayvan türlerinin ise %12’sini barındırıyor. Bu alanların taşkın kontrolü sağlama, yeraltı sularının besleme, kıyı çizgisinin korunma, fırtınalardan koruma, sediman ve besin depolama, iklim değişikliği kontrolü ve su arıtımı gibi sayılamayacak kadar çok başka işlevi var.

Harita 1. Türkiye’nin sulak alanları ve RAMSAR alanları

 

Kaynak: http://www.bizimcografya.com/haritalar/457-turkiyenin-sulak-alanlari-haritasi-ramsar.html

Türkiye’nin sulak alanları ne durumda? Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde, 2023 yılına kadar Türkiye’de yenilenebilir kaynakların, elektrik enerjisi üretimi içindeki payının en az %30’lar düzeyine çıkması ve teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilecek hidrolik elektrik potansiyelinin tamamının elektrik enerjisi üretiminden kullanılması sağlanacaktır deniyor. Son kırk yıl içinde ülke sınırları dahilindeki sulak alanların yarısı yok oldu. Bu da Marmara Denizi kadar büyüklülkte bir su alanına denk düşüyor. Konya Kapalı Havzası’nda aşırı sulama ve yanlış alt yapı projeleri nedeniyle sulak alanların %65’i yok oldu. Tuz Gölü tamamen yok olmak üzere. Bafa Gölü’ndeki balık stoklarında ise %97 oranında bir düşüş var.

Türkiye’deki pek çok sulak alanı aşağıdaki sebeplerden yok oluyor:

  • tarım için aşırı su çekimi ve su ısrafına neden olan sulama yöntemleri; (Orta Anadolu’da bulunan Beyşehir Gölü, Tuz Gölü, Ereğli Sazlıkları, Kulu Gölü, Meke Gölü, Seyfe Gölü, Sultan Sazlığı, Akşehir – Eber Gölleri)
  • tarım, endüstri ve kentsel kullanım sonucu oluşan atıksuların arıtılmadan doğaya geri verilmesi; (Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Tuz Gölü, Gediz Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü, Burdur Gölü, Göksu Deltasu, Sapanca Gölü, Akyatan Lagünü)
  • büyüyen çarpık kentleşme sonucu yerleşim yeri veya tarımsal alan açmak için kurutulan sulak alanlar;
  • baraj, HES ve su transferi gibi doğa ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri dikkate alınmamış  su altyapı projeleri;
  • otoyollar ve köprüler gibi dev ölçekli altyapı projeleri; (Uluabat Gölü,
  • madencilik, taş ocakları kurma vb. faaliyetleri;
  • yasak balıkçılık ve avcılık faaliyetleri (Eğirdir Gölü ve Beyşehir Gölü).

Türkiye’nin sulak alanlarının geneline ilişkin verileri içeren tablo 1’e bakmak sorunun boyutlarını anlamada bir başlangıç olacaktır. Zira resmin tamamı bundan çok daha vahim. Türkiye’de bu tabloda adı geçemeyen binlerce irili ufaklı sulak alan var. Ve bunların durumu da bu tablodakilerden farksız. Örneğin Amik Gölü Havzası akıllara zarar bir projeye evsahipliği yapıyor. Kurumuş gölün içine inşa edilen Hatay Havalimanı her sene sular altında kalıyor[20]. Türkiye’de kamuya zarar bu proje gibi binlercesi var. Hatta zarar sadece doğaya ve mala değil, bazen cana da geliyor. 2012’de Samsun Canik’te 70 metrelik dere yatağı, zamanla 20 metreye indirilip bölge imara açılınca şiddetli yağışla taşan nehir TOKİ’nin yaptığı evleri yutarken, 6’sı çocuk 9 kişi hayatını kaybetti[21].

Tablo 1. Türkiye’nin sulak alanları ve bunların fiziksel durumları

Sulak Alanlar

Fiziksel Durumları

Akşehir-Eber Gölleri Bilinçsiz kullanım sonucu göller büyük ölçüde küçülmüş, önceleri bölge için önemli geçim kaynakları olan balıkçılık ve sazcılık faaliyetleri bitme noktasına gelmiş.
Akyatan Lagünü Ceyhan Nehri’nden gelene askıdaki katı maddelerle birlikte lagünün en büyük sorunu sedimentasyon olarak ortaya çıkmakta.
Bafa Gölü Büyük Menderes Nehri boyunca toplanan evsel, endüstriyel ve tarımsala tıklar gölde çok ciddi kirlilik sorunu yaratıyor. Aşırı tarımsal su kullanımıgölün su seviyesini düşürürüyor.
Beyşehir Gölü %75 oranında küçülmüş durumdadır, bugünkü alanı yaklaşık 50 bin hektardır. Kuruma ve kirlenme tehdidiyle karşı karşıya.
Burdur Gölü Gölün seviyesi son 27 yılda 10 m düşmüş ve hacminde %27’lik bir azalma olmakta.
Büyük Menderes Deltası Deltayı besleyen nehir sularının tarımsal sulama amaçlı kullanımı sonucu deltaya çoğu zaman su ulaşamıyor. Ulaşan su ise sanayi atıklarını taşıması dolayısıyla kirlilik yaratıyor.
Eğirdir Gölü Tarımsal kaynaklı kirleteciler nedeniyle Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Eğridir’in su kalitesi giderek bozuluyor.
Ereğli Sazlıkları %85’i kurumuş durumdadır ve bölge ikliminde sertleşmeler gözleniyor.
Eşmekaya Sazlıkları Tamamen kurumuş.
Gediz Deltası Tarımsal sulama amaçlı su çekimi nedeniyle kuruma, sanayi ve yerleşimlerinden kaynaklanan arıtılmayan atıklar nedeniyle kirlilik tehdidiyle karşı karşıya.
Güvenç Gölü Tamamen kurutulmuş durumda.
Göksu Deltası Yoğun tarımsal sulama, aşırı su çekimi ve kontrolsüz kuyu açılması ve yoğun kirlilik alanda baskı yaratıyor.
Hotamış Sazlığı Tamamen kurumuştur.
İğneada Su Basar Ormanları ve Göller Alanı besleyen derelerdeki suyun İstanbul’a taşınması ve kuraklık nedeniyle su sıkıntısı yaşanmakta, plansız turizm ve çarpık kentleşme alanda kirlilik yaratıyor.
İznik Gölü Sanayi tesislerinden, çevredeki yerleşim birimlerinden ve küçük zeytinyağı fabrikalarından göle karışan atıklar nedeniyle kirlilik sorunu var.
Kulu Gölü Aşırı yer altı suyu çekimi nedeniyle %90 oranında küçülmüştür.  Mevsimsel olarak su birikimi görülüyor.
Manyas Gölü Tarımsal sulama amacıyla aşırı su çekimi ve yağışlardaki düşüş nedeniyle göldeki su varlığı baskı altında.
Meke Gölü Aşırı yer altı suyu çekimi nedeniyle kuruma tehdidi altındadır.
Sapanca Gölü Endüsri tesisleri, yerleşim birimleri ve tarım alanlalarından gelen arıtılmamış atık suların yol açtığı kirlilik var.
Seyfe Gölü %90 oranında kurumuş.
Suğla Gölü Doğal göl olma özelliğini tamamen yitirmiştir. DSİ tarafından depolama alanına dönüştürülmüş.
Sultan Sazlığı 10 yıl önce 90 bin hektar olan sulak alanlar 1500 hektara, sazlık alanlar ise 3200 hektardan 1000’e düşmüş.
Tuz Gölü Türkiye’nin tuz üretiminin %60’ının sağlayan, çok önemli doğal değerleri barındrıan göl, tarımsal sulama için aşırı yer altı suyu çekimi nedeniyle %60 oranında küçülmüş.
Ulubat Gölü Kuruma, endüstriyel baskı, tarımsal gübre ve pestisit kullanımı sonucu kirlenmekte. Göl kenarından geçmesi planlanan otoban, gölü tehdit eden unsurlara bir yenisini eklemiş.
Yumurtalık Lagünleri Enerji, sulama, taşkın koruma ve içme suyu amaçlı kurulan barajlar nedeniyle alan beslenemiyor. Tuzlanma yaşanmakta.

Kaynak: WWF Türkiye (2011)[22]

Konya Havzası ve Tuz Gölü

Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü Konya Havzası’nda bulunuyor. Burası kapalı bir havza. DSİ verilerine göre Konya Havzası’nın emniyetli su rezervi 1150 milyon m3. Ancak ovadan çekilen yıllık su 1786 milyon m3. Yani Konya Havzası yılda 636 milyon m3 suyunu kaybediyor. Bu kadar su Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü’nü doldurmaya yetiyor. Havzada inşa edilen baraj ve kanallar, sayısı 67 bini bulan yasal izni olmayan kuyu, su ayak izi yüksek ürünlerin tarımının yapılması son 20 yılda Tuz Gölü’nü kurutuyor. 2015 yılında gölün tamamen kuruyacağı öngörülüyor. Göl kurudukça flamingolar gibi pek çok canlının yaşam alanları ortadan kalkıyor ve yaşam sona eriyor.

Son 20 yıldır Konya Kapalı Havzası’nda yoğun su kullanımına dayalı endüstriyel tarım faaliyeti sürüyor. Hem Beyşehir’den su taşınıyor, hem de  suyun havzadaki göllere gitmesini engelleyen barajlar var. Ekilecek ürün olarak da bölgede yetişen ancak aşırı su tüketen şeker pancarı, mısır, yonca ve kiraz gibi bitkiler seçilmiş. Bir süre sonra yer üstü suları yetersiz gelmeye başlayınca çiftçiler yasadışı kuyular açarak yeraltı sularını kullanmaya başlamış. Denetim eksikliğiyle de birlikte on binlerce kaçak kuyu açılmış. Öyle ki suya erişimin kolaylaşması ile birlikte bir süre sonra eskiden susuz yapılan buğday tarımı bile sulu yapılmaya başlanmış. Bilinçsiz sulama ve çok yoğun su isteyen türlerin tarımının yapılması, suyun hem barajlarda tutulması, hem de kuyularla çekilmesi sonucu havza içinde beslenemeyen göller kurumaya başlamış. Ereğli, Hotamış, Eşmekaya ve Tuz Gölü  teker teker kurumuş.

Tabi sorunlar sadece tarım sektörünün su kaynaklarını tüketmesiyle de sınırlı değil. Konya’dan Tuz Gölü’ne kanalizasyon ve sanayi atıkları da dökülüyor. Gölden tuz çıkarma işleminin özelleştirilmesi de gölün kurumasında bir etken. Daha önce tuz çıkarma işlemi devlet tarafından yapılırken günlük 500-600 bin ton tuz çıkarılıyordu. Şimdi ise daha çok kâr elde emek için şirketler günlük 700-800 bin ton tuz çıkarılıyor. Yani tuz çıkarımında günlük 150-200 bin ton civarında bir artış oldu. Özellikle Şereflikoçhisar Tuzcular Sitesi’nde göl kenarında kurulu 5-6 tuz çıkarma tesisi, atıklarını göle bırakıyor ve gölü hızla kirletiyor.

Avlan Gölü vakası

Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen nadiren de olsa olumlu gelişmeler de yaşanıyor. Buna en güncel örneklerden biri de Antalya iline bağlı Avlan Gölü’nde yaşananlar[23]. Avlan Gölü 1977’de kurutularak tarım arazisine dönüştürülmüş, 1984’te Finike ile Elmalı ilçelerini birbirine bağlayan 4 km’lik bir yolla ikiye bölünmüştü. Yerel halkın uzun hukuksal çabaları sonucu göl 1997’de yeniden suya kavuştu. Eskisi gibi olmasa da göle çeşitli kuşlar konaklama amacıyla gelmeye başladı. Tabi bu örneklerin çoğalması gerek.

Sulak alanlar ile ilgili yasal gelişmeler

Son iki sene içersinde sulak alanların geleceğini doğrudan ilgilendiren dört yasal değişiklik gündeme geldi. Bunlar, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde Değişiklik, Yenilenebilir Enerji Kanunu ve henüz kabul edilmemiş olan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısı. Adlarının içinde koruma geçmesine rağmen, bu kanunlar çeşitli hukuksal boşluklar içermekte ve suistimale açık.

Bunlardan ilki Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde Değişiklik. Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği[24] 26 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak değiştirildi. Değişiklie birlikte korumacılık ilkesinin yasal boşluklar oluşturacak biçimde kullanım odaklı düzenlemelerle değiştirildiği dikkat çekiyor. Akarsuların sulak alan tanımı dışında bırakılıp, çevrelerinde koruma bölgelerinin oluşturulamayacağına ilişkin hükümler getirildi. Sulak alanların çevresinde faaliyetleri tanımlayan koruma bölgelerinden birisi olan “Tampon Bölge”nin eski yönetmelikte en az 2500 m olan sınırının, muğlak ve kötü kullanıma davet eden “2500 metreyi geçmemek üzere” ifadesi ile değiştirilmesi bunun en bariz kanıtı. Böylece sulak alanları ekolojik, biyolojik ve hidrolojik boyutta olumsuz yönde etkileyecek (kirlilik, su azlığı, biyo-çeşitlilik kaybı) pek çok ekonomik faliyetin de önü açılmış oluyor.

İkincisi ise Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu. AB’ye uyum sürecinin bir gereği olarak hazırlanan bu kanun, AB’nin iki temel doğa koruma direktifi olan Kuş ve Habitat direktifleriyle bütünlük oluşturmuyor. Bu yasayla “doğal sit” statüsü ortadan kalkıp, ülkedeki 1261 Doğal Sit Alanı üzerindeki koruma kalkanı kalkacak. Böylece günümüze kadar baraj ve HES gibi çeşitli hidrolik projelerden doğal sit statüsü sayesinde korunan sulak alanları, geri dönüşü olmaz biçimde yok olmaya başlayacak[25].

Üçüncüsü ise 29 Aralık 2010 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe giren Yenilenebilir Enerji Kanunu. Kanunun beşinci maddesine göre milli park, tabiat parkı, tab,at anıtı ve tabiat koruma alanları, muhafaza ormanları, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları gibi özel hukuksal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerle korunması taahhüt edilmiş alanlarda da yenilenebiir enerji yatırımlarına izin veriyor. Tüm bunlar enerjide dışarıya bağımlıl olmamak adına yenilenebilir enerjiyi teşvik etmek için yapılıyor. Türkiye’nin yüzölçümünün sadece %5’ini oluşturan bu alanların da korunamayacak olması Türkiye’nin geleceği açısından endişe verici.

Son olarak da henüz resmi bir kimlik kazanmamış olsa da kamu ile paylaşılan Su Kanunu Tasarısı var. Bu tasarının kabulüyle birlikte “havzalararası su aktarımı” gibi kabul edilemez bir çılgınlık yasal düzleme taşınmış olacak. Canlı-cansız tüm doğal-kültürel varlıkların ve sistemlerin oluşturduğu karmaşık bütünler olan havzaların bütünlüğe yönelik her türlü müdahele, havzanın varlığını için bir tehlike ve yok oluşun başlangıcı olduğu unutulmamalı. İspanya’da 2001 Ulusal Hidrolik Plan kapsamında Ebro Nehri’nden başka havzalara bölgelerarası bir su transferinin projesi planlanmaktaydı. Bin kilometre uzunluğuna yaklaşan su kanallarını ve Ebro Nehri üzerinde yüze yakın barajı kapsayan bu proje ülkede büyük tepkiye neden oldu. Taşınması planlanan su ülkenin öteki ucunda bulunan birkaç turizm ve  endüstriyel tarım kentine gidecekti. Su canavarı bu iki ekonomik sektörün sürekli artan taleplerini karşılamak için insanın ve doğanın su hakkı gasp edilecekti. Proje, halkın direnişi ve 2004 genel seçimlerinin sunduğu politik fırsatların doğru kullanımıyla iptal edildi. Dünyanın sırt çevirdiği havzalararası su transferleri, ekonomik sektörlerin sürekli artan su taleplerini, insanların ve doğanın yaşamsal su ihtiyaçlarına feda etmekten başka bir sonuç getirmeyen bir anlayışın ürünleri. Söz konusu su  kanunu kabul edilirse, dünyada tarım hasılası bakımından ilk beşe girmek ve enerjide dışarıya bağımlılıktan kurtulmak gibi ulusal amaçları gerçekleştirmek için Türkiye’nin tüm havzaları sürekli büyüyen su talebinin baskısı altında kuruyacak.

Böyle giderse 2023 yılında doğal sulak alan kalmayacak

Marmara Denizi’nden daha büyük bir yüzölçümüne karşılık gelen 1 milyon 400 bin hektarlık doğal sulak alanın kaybedildiği dikkate alındığında, Türkiye’de 2030 yılında doğal sulak alanların neredeyse tamamının yok olması bekleniyor[26]. Barajların ve HES’lerin ömrü 50 yılı geçmezken, neden oldukları yıkımın etkileri yüzlerce yıl ortadan kalkmayacak. Türkiye’de bir de ne enerji, ne de su toplamaya yaramayan “güvenlik barajı” uygulamaları var. Bu kavramı dünya baraj literatürüne kazandıran Türkiye, planlanan barajların yerinin tespitinde Milli Güvenlik Kurumu’nu otorite olarak gören tek ülke olma öncülüğünü koruyor[27]. Bu barajların birincil amacı (eğer tek değilse) PKK militanlarının hareketliliğini kısıtlamak[28]. Baraj ve HES inşaatlarıyla göçe zorlanan, geleneksel değerlerine ve yaşamlarına veda ederek maddi ve manevi olarak yoksullaşan yüzbinlerce insan bu yıkımın sosyal boyutunun sadece bir parçası. Sürekli iç göçün yaşandığı ülkede, göç alan büyük şehirlerin hali de hiç açıcı değil. Örneğin hızla bir küresel şehre dönüştürülmeye çalışılan İstanbul’un büyüyen sanayisi ve artan nüfusuna yetmez olan su kaynakları hızla kirleniyor ve kuruyor. Sonra da İstanbul’a Düzce ilindeki Melen Çayı’ndan uzunluğu 185 km’yi bulan 4 m çaplı borular içinde yerin ve hatta denizin altından[29] su transfer ediliyor. Böylece kendi su varlıklarını tüketen şehirler başka şehirlerin ve havzaların sularına gözlerini dikiyor.

Türkiye’de tüm devlet politikaları, ekonomik kalkınma ve milli güvenliği sağlama adına devlet eliyle öncelikle ekonomik sektörün sürekli artan taleplerini, sonra halkın ihtiyaçlarını karşılamak için suların tam kapasite kullanılmasını sağlamaya yönelik. Şiddeti gittikçe artmakta olan bu politikalar hem su hem de enerji tüketimini artırmayı hedefledikleri için su ve toprak gibi yaşam kaynaklarının hızla kirlenmesi ve buna bağlı olarak tükenmesi sonucunu doğuruyor[30]. Görünen o ki 2023 yılı, Cumhuriyet’in 100. yıldönümü olduğu kadar, hem doğanın hem de toplumun tükenişinin de önemli bir kilometre taşı olacak.

Dr. Akgün İlhan ve Nuran Yüce
Son notlar

[1] “İşte 3. Köprü”, Milliyet, 4 Haziran 2012 http://ekonomi.milliyet.com.tr/iste-3-kopru/ekonomi/ekonomidetay/06.06.2012/1549034/default.htm

[2] “İşte İstanbul’un 3. Havalimanı”, Zaman,  6 Haziran 2012, http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=1298953

[3] “Dünyanın en yüksek 3. barajı, Yusufeli Barajı ve HES’inin sözleşmesi imzalandı”, Orman ve Su İşleri Bakanlığı duyurusu, 22 Kasım 2012, http://www.ormansu.gov.tr/osb/HaberDuyuru/guncelHaber/12-11-22/D%C3%BCnyan%C4%B1n_En_Y%C3%BCksek_3_Baraj%C4%B1_Yusufeli_Baraj%C4%B1_ve_HES%E2%80%99in_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi_%C4%B0mzaland%C4%B1.aspx?sflang=tr

[4] Türk müteahhitlerin uluslararası başarılarına ithafen Veysel Eroğlu tarafından söylenen cümle. Söyleşinin devam için bakınız. http://t24.com.tr/haber/orman-bakani-veysel-eroglu-bir-gun-butun-dunya-bizim-santiyemiz-olacak/218068

[5] DSİ (2009). Su ve DSİ. Ankara: DSİ Yayınları.

[6] 12.05.2011 tarihli Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı demeci. Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı websitesi. http://www.tarim.gov.tr/Duyurular,haber_Detayli_Gosterim.html?NewsID=1872

[7] “Erdoğan: Su akar, Türk yapar”, Sabah, 5 Mayıs 2011, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/05/05/erdogan-su-akar-turk-yapar

[8] Erik Swyngedouw (2003). “Modernity and the production of the Spanish waterscape”, (Ed.) Karl S. Zimmerer ve Thomas J. Bassett, Political Ecology: An Integrative Approach to Geograpy and Environment-development Studies (94-113). New York:  The Guilford Press.

[9] Erik Swyngedouw (1999). “Modernity and hybridity: nature, regeneracionismo, and the production of the Spanish waterscape, 1890-1930”. Annals of the Association of American Geographers 89(3): 443-465.

[10] Jordi Maluquer de Motes i Berner (1983). “La Despatrimonialización del Agua: Movilización de un Recurso Natural Fundamental”, Revista de Historia Económica 1(2): 76-96.

[11] “Türkiye’nin en yüksek Barajı Deriner su tutmaya başladı”, Duyuru, Türkiye Cumhuriyeti Orman ve Su işleri Bakanlığı websitesi, 24 Şubat 2012,  http://www.ormansu.gov.tr/osb/haberduyuru/guncelhaber/12-02-24/T%C3%BCrkiye%E2%80%99nin_En_Y%C3%BCksek_Baraj%C4%B1_Deriner_Su_Tutmaya_Ba%C5%9Flad%C4%B1.aspx?sflang=tr

[12] Joan David Tàbara ve Akgün İlhan (2008). “Culture as Trigger for Sustainability Transition in the Water Domain: The Case of Spanish Water Policy and the Ebro River Basin”, Regional Environmental Change 8(2): 59-71.

[13] Nueva Cultura del Agua. Daha fazla bilgi için http://www.unizar.es/fnca/index3.php

[14] DSİ (2009). Su ve DSİ. Ankara: DSİ Yayınları.

[15] DSİ (2009). Su ve DSİ. Ankara: DSİ Yayınları.

[16]   “Küresel ısınma”, Doğa Derneği, http://www.dogadernegi.org/kuresel-isinma.aspx

[17] Akgün İlhan (2011). Yeni Bir Su Politikasına Doğru. Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler. İstanbul:  Sosyal Değişim Yayınları.

[18] Ramsar Sözleşmesi, 3895 sayılı kanunla onaylanarak, 17 Mayıs 1994 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu sözleşmenin hükümlerine dayanılarak 30 Ocak 2002 tarihinde Ulusal Sulak Alanları Koruma Yönetmeliği yayınlandı. Bu yönetmelik 17/05/2005 tarihli 25818 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanraka yürürlüğe girdi http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/23151.html

[19] Türkiye’deki Ramsar Alanları Değerlendirme Raporu, WWF – Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) http://www.wwf.org.tr/pdf/WWF_Turkiye_Ramsar_Alanlari_Degerlendirme_Raporu.pdf

[20] “Hatay havalimanını su bastı”, Sabah, 30 Ocak 2012, http://www.sabah.com.tr/Yasam/2012/01/30/hatay-havaalanini-su-basti

[21] “Doğanın intikamı felaket oldu!”, Murat Alhan, Sabah, 5 Temmuz 2012, http://www.sabah.com.tr/Yasam/2012/07/05/akacak-yol-bulamadi-samsunu-vurdu

[22] WWF Türkiye (2011). Türkiye’nin Sulak Alanlarının Korunması. Sorunlar ve Çözüm Önerileri. http://www.wwf.org.tr/page.php?ID=405

[23] “Avlan Gölü’nü ortadan ikiye bölen karayolu kapatıldı”  http://www.haberler.com/avlan-golu-nu-ortadan-bolen-karayolu-kapatildi-3855735-haberi/

[24] http://www.cevre.org.tr/Tcm/Yonetmelikler/Sulak%20Alanlarin%20Korunmasi%20Yonetmeligi.htm

[25] Konuyla ilgili kapsamlı bir değerlendirme için Arif Ali Cangı’nın “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma kanunu tasarısı ne getiriyor, ne götürecek?” başlıklı yazıya bakabilirsiniz http://ekolojiagi.wordpress.com/2011/02/14/tabiati-ve-biyolojik-cesitliligi-koruma-kanunu-tasarisi-ne-getiriyor-ne-goturecek-arif-ali-cangi/

[26] “Küresel ısınma”, Doğa Derneği, http://www.dogadernegi.org/kuresel-isinma.aspx

[27] “Dünyada güvenlik barajı diye bir terim yok”, Ercan Ayboğa, http://www.diyarbakirhaber.gen.tr/haber-7385-Dunyada-guvenlik-baraji-diye-bir-terim-yok.html

[28] “Güç için değil, yaşam için su!”, Akgün İlhan, Özgür Gündem, 10 Ekim 2012,  http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=52034&haberBaslik=G%C3%BC%C3%A7%20i%C3%A7in%20de%C4%9Fil,%20ya%C5%9Fam%20i%C3%A7in%20su!&categoryName=Dosya&categoryID=7&action=haber_detay&module=nuce

[29] Bahsi geçen borular, Asya tarafından Avrupa yakasında bulunan İSKİ Kağıthane Arıtma ve Dağıtım Tesisi’ne kadar gittiği için İstanbul Boğazı’ndan geçiyor.

[30] Akgün ilhan (2011). Yeni bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler. İstanbul: Sosyal Değişim Derneği Yayınları. http://www.suhakki.org/wp-content/uploads/2012/02/yenibirsupolitikasi.pdf