“Yöre Halkı” ve Yerelin Parçalılığı: Köprülü Kanyon Üzerine

Koprucay Antalya

Geçtiğimiz günlerde, her vadide peydah oluveren HES’lere Antalya’nın Serik ilçesinde Köprüçay üzerinde yapılması planlanan Zincirli HES’in ekleneceği haberini duyduk.[1] Habere göre, projenin başlamasıyla bölgede sürdürülen rafting turizminin sekteye uğrayacak olması geçimini bu sektörden sağlayan yöre halkını endişelendiriyor. Meselenin ve planlanan HES’e karşı yöre halkının muhalefetinin kamuoyuna taşınmasının önemini teslim etmek gerek, ancak durumun yansıtıldığından daha çetrefil olduğunu da görerek. Durum çetrefil, zira “rafting’den geçimini sağlayan yöre halkı” fazlasıyla basit, ve son kertede yanıltıcı bir niteleme. Hem de birkaç yönden.

Köprülü Kanyon, Antalya’nın Serik ve Manavgat ilçeleri arasında yeralan, Akdeniz’in en geniş saf servi örtüsüne sahip bir nehir-orman ekosistemi. Yöre antik yerleşim yeri kalıntılarına da ev sahipliği yapıyor. Milli Park statüsünün yanısıra alandaki birçok bölge SIT alanı olarak koruma altında.  Yöre halkı temel olarak hayvancılık, tarım, yer yer kekik toplayıcılığı, ormancılık ve turizmden geçim sağlıyor, ama bunların çoğu geçimlik, maddi getirisi az olan aktiviteler. Kanyon’un giriş kısmında yeralan iki köy dışında Köprüçay’ın iki tarafında yükselen dağlarda kurulmuş 7-8 köy var, ancak girişteki köylerle dağ köyleri arasında ciddi farklar var. Kanyon’un alt kısmındaki yerleşim yerleri hem ekonomik açıdan daha refahlı, hem de su, elektrik, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim açısından tartışmasız daha iyi durumda. Rafting turizminin önayak olduğu ufak ekonomik canlanmanın getirisi de bu merkezlerde kalıyor. Ulaşımın zor olduğu dağ köylerinde ise durum çok farklı. Gözden kaçırılmaması gereken ilk önemli nokta şu ki, tüm toplumsal gruplar gibi Köprülü Kanyon yöre halkı da yekpare, türdeş olmaktan uzak, ciddi eşitsizlikler ekseninde bölünmüş bir grup. Bu anlamda da varolan eşitsizlikler ve kırılmaları gözardı ederek çevresel süreçlerden bahsetmek, rafting turizmini yada yapılması planlanan HES’i anlamlandırmak ciddi bir yanlış.

İkinci olarak görülmesi gereken şu ki, rafting ne (çevresel maliyetler açısından) sütten çıkmış ak kaşık ne de yöreye refah taşıyan, “yöre halkı”na geniş çapta istihdam sağlayan bir kalkınma lokomotifi.  Rafting turizminin ekosistem üzerindeki baskısı bir yana –ki alanda halihazırda varolan çevresel sorunların baş müsebbiblerinden sayılabilir—, rafting ağırlıklı olarak Kanyon dışından şirketlerin kontrolünde olan bir faaliyet.  Bu şirketler, merkezleri olan civar ilçelerden minibüslerle rafting için turistleri Kanyon’a getiriyor ve gün sonunda aynı merkezlere geri götürüyor. Turistler Kanyon’da oldukları sürece yeme-içme vb. hizmetleri rafting şirketlerinin işletmelerinden karşılıyorlar. Keza şirket çalışanları da ekseriyetle yöre halkından değil dışarıdan istihdam edilmiş elemanlar. Kısacası, rafting turizminin Köprülü Kanyon yöre halkına ekonomik getirisi yok denecek kadar az. Gelen turistlere elişi, kaşık, yazma, yiyecek-içecek satılması dışında rafting’in yörenin iktisadi hayatının organik bir parçası olduğunu, yöre insanına yada doğasına yatırım aktardığını, görece güvenli yada uzun soluklu istihdam sağladığını söylemek imkansız. Tam da bu yüzden “rafting’den geçimini sağlayan yöre halkı“nın geçim kaynakları tehlikeye girdiği için HES’e karşı direneceğini düşünmek güç. Zira 2011 yılı sonlarında alana gittiğimde dağ köylerinde ağır basan hissiyat elektrik ve suya erişimlerini kolaylaştıracağını düşündükleri HES’i destekleme yönündeydi.

Dahası, raftingciler ve yöre halkı arasında ciddi bir eşitsizlikten bahsetmek mümkün. Köprülü Kanyon 1973 yılında (köylülerin sıkça söylediği gibi Ankara’da oturanların oturdukları yerden karar verip) milli park ilan edilmesinden beri çok katı koruma kurallarına tabi. Köprüçay kıyıları ve birçok yerleşim yeri alanının da dahil olduğu genişçe bir bölge 1. Derece SİT alanı statüsünde.  Bunun anlamı birçok köylünün inşaat yasağı nedeniyle evlerinin içinde tuvalet olmadan yaşamak zorunda kalması, tek odalı hanelerde sekiz kişinin barınması, akan damlarını onardıkları için hapis cezasıyla karşılaşmaları, alanın coğrafi yapısına uygun yegane hayvan olan keçi beslenmesinin yasaklanmasıyla geçim kaynaklarının sekteye uğraması… Öte yandan SİT alanı kuralları rafting sektörüne laf geçiremiyor olacak ki Köprüçay kıyısında sıralanmış birçok rafting tesisi var. Yani tepeden inme, katı koruma kuralları yöre halkını senelerdir mağdur ederken, aynı kuralların rafting turizminin karlılığına etkisi görece az. Yani rafting turizmi, alanın ekonomik refaha kavuşmasının tek gözle görülür olanağı olarak etrafında birleşilen bir payda olmakla beraber, alandaki ana çatışmalardan birini de imliyor.

Öte yandan, mesele önümüze bir tür açmaz koyuyor.  Kanyon’da rafting turizminin varlığı ve rafting sermayesinin gücü yapılması planlanan HES’e karşı bir direniş hattının oluşabilmesinin muhtemelen en güçlü ayağı. Çevre üzerindeki olumsuz etkileri ve (yeniden) ürettiği eşitsizliklerin yanısıra (ve ilintili olarak), Kanyon ekosisteminin kullanılmasından kâr eden rafting sektörünün kendi çıkarları için HES yapımına direnme saiki olması karşısında çevresel ve sosyal adalet gözeten bir duruş ne olmalı? Rafting sermayesinin HES’le mücadeleye vereceği destek elbet faydalı olacaktır, ancak bu yolla kurulan bir direniş cephesinin işlevselleştirdiği değer dilleri, stratejileri, söylemleri, (varsa) alternatif önerileri nereye evrilir yada evrilemez, düşünmek gerek. Bunun yanısıra, alanda varolan rafting turizmi etrafında ve ötesinde şekillenmiş eşitsizlik ve çatışmaların bu tür bir direniş cephesinin etkinliği açısından ne anlama geleceği de sorular arasında akılda tutulmalı. Bu tür açmazların salt Köprülü Kanyon’a mahsus olmadığını da gözönünde bulundurursak, ekoloji mücadelesini toplumdaki güç ilişkilerinden, eşitsizliklerden, hegemonik büyüme paradigmasının eleştirisinden bağımsız görmeyen politik-ekolojici bir yaklaşımın bu sorulara kafa yorması elzem görünüyor.

Bengi Akbulut 

 

[1] http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/bakanlik-onayladi-koprucaya-zincir-vuracaklar-haberi-70352