İklim adaletsizliği

nuranyuceİklim değişikliği, geleceğe ait bir sorun olmaktan çıkalı epey bir zaman oldu. Bu konuda çalışmalar sürdüren bilim insanlarını bile şaşırtan hızda değişimler yaşıyoruz. Sıcaklık artışını durduracak çözümlerin agresif bir biçimde hayata geçirilmesi bir yana, sıcaklığı arttıracak uygulamalar güllük gülistanlık bir dünyada yaşıyormuşuz gibi hız kesmeden devam ediyor.

İklim değişikliğinin yarattığı sonuçlara uyum tedbirleri de artık daha fazla gündeme gelmeye başladı. Bunlardan biri, Hollanda’da bir şehrin deniz seviyesinin yükselmesi karşısında aldığı önlemdi.1 Ren nehrinin dört bir yanına yayılan Nijmegen şehrinin bir semti yavaş yavaş sulara gömülüyordu ve semt beş yıl içinde tamamen sular altında kalacaktı. Nijmegenliler, doğup büyüdükleri, iş kurdukları toprakları şimdi “nehre teslim edelim” projesi kapsamında terk ediyorlar. Öncesinde bu projeye itiraz edenler olmuş ama sonunda “Yapacak bir şey yok, sular bugün olmasa da yakın zamanda zaten evlerimizi yutacaktı. İklim değişikliği ile ateşkes imzaladık” diyerek herkes taşınmış. İklim değişikliği mültecisi olmalarına rağmen pek de şikâyet eder hâlleri yok. Kendilerine yeni bir ev alacak, işyeri açacak miktarlarda tazminat almışlar. Geleceğe ilişkin neredeyse kaygıları yok, umutları ise çok.

İklim değişiminin yaratacağı kaotik durumu –gezegenin geleceğinin tehdit altında olduğunu ifade eden yüzlerce rapor ve gelişme- düşününce, Nijmegenlilerin gelecek hakkında umutlu olmaları hiç anlaşılır bir durum değil. Yine de şimdiden tedbir almaları, tedbir almalarına yol açacak mali kaynaklarının olması da iyi bir durum. Her ne kadar bu umutları çok uzun sürmeyecek olsa da… Ama dünya genelinde -şu anda bile- herkes onlar kadar şanslı değil. Kapitalist sistemin adaletsizliği, iklim adaletsizliğiyle el ele ilerliyor. Küresel ısınmaya katkısı olmayanlar -yoksul ve gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerden; gelişmiş ülkelerdeki yoksullar, zenginlerden- küresel ısınmadan daha fazla etkilenecek.

The Star’da Ravena Aulakh’ın, Dakka-Bangladeş’te iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalanların gecekondularda yaşam şartlarını anlattığı makale2, tam da kapitalist sistemin adaletsizliği ile örtüşen iklim adaletsizliğini gözler önüne seriyor.

19 yaşında bir kadın olan Taslima Masud’un evi, tarlası, 2008 yılında yaşanan siklon nedeniyle yerle bir olmuş. Artık yaşamını bir iklim mültecisi olarak, Dakka’nın alış-veriş merkezleri, restoranları ve lüks konutlarını çevreleyen, en büyük gecekondu bölgesinde devam ettirmeye çalışıyor. Yirmiye yakın aile tek bir tuvaleti kullanıyor ve Masud’un mutfağı tuvaletin bir metre uzağında. “Mutfak tuvalete çok yakın. Yemek yaptığımda körinin değil tuvaletin kokusunu alıyorum. Bu her gün beni iğrendiriyor, ancak yapacak hiçbir şey yok, yemek yapmak zorundayım” diyor. Muson döneminde durum daha da kötüleşiyormuş; tıkanan kanalizasyonlar kolera ve sıtmanın yaygınlaşmasına neden olurken, ayakta yemek yapmak zorunda kaldığını, koku yüzünden kusacak duruma geldiğini söylüyor ve bu şekilde yaşamak istemediğini “kim ister ki zaten?” diyerek dile getiriyor.

Masud, istisnai bir vakıa ya da vicdanlarımız sızlatacak bir örnek değil maalesef. Hâlihazırda 25 bine yakın insan iklim mültecisi oldu, 2050 yılında 250 milyon insanın ve Bangladeş’te 20 ile 30 milyon insanın iklim mültecisi olacağı ifade ediliyor.

Ravena Aulakh, makalesinde, Uluslararası Göç Teşkilatı’nın verilerine dayanarak; gecekondu bölgelerinde yaşayanların yaklaşık %70’inin iklim değişikliğinin zorlamalarından ötürü Dakka’ya geldiklerini söylüyor. Bu hızlı göç dalgası, var olan yoksulluğu, sağlıksız yaşam şartlarını daha da derinleştirmiş. Derme çatma inşa edilen barakalar, tuvaletler, kanalizasyonun herhangi bir arıtmaya tabi tutulmadan su kaynaklarına karışması, şehri besleyen su varlıklarının hızla tükenmesi…

Makalenin bir yerinde de “Fakirler bu arada ellerindeki ile yetinmek zorunda: Neredeyse hiçbir şey” denilmekte ve iklim mültecisi olarak Dakka’ya göç edenlerin hayatta kalabilmek için verdikleri yaşam mücadelesinden bahsedilmekte. “Günde yaklaşık 2 dolar ücretle, kadınların daha düşük ücretlerle tekstil atölyelerinde, çocukların okula gitmediği çöpler arasında yiyecek aradığı ve sokakları temizledikleri” bir yaşam. İşte bu yaşamlardan iki tanesi:

2009 yılından Aila Siklon’u nedeniyle Dakka’ya göç etmek zorunda kalan Siqdar ve karısı: “Şimdi bir tekstil fabrikasında çalışıyorlar. İkisi birlikte ayda 80 dolar kazanıyorlar. Barkaları için kira, mutfak ve tuvalet paylarını ödedikten sonra ellerinde 40 dolar kalıyor. 31.000 Bangladeş ‘taka’sı. Fakat para yetmiyor. Balık yaklaşık 700 taka, bir kilo pirinç 500 taka, bir kilo mercimek 600 ile 800 taka ediyor.”

Ya da Motalif Khan: “Geçen ağustos, Muson mevsiminin ortasında yeni doğmuş bebekleri ishal oldu. Özel bir doktora paraları yetişmediğinden, bir doktorun oğullarını muayene etmesi için bütün bir gece bekledikleri devlet hastanesine gittiler. Hiç yatak olmadığı için karanlık bir köşede 3 gün geçirdiler. Dua etmekten başka yapacak bir şey yoktu.”

Aulakh’ın makalesinde durumun her geçen gün kötüye gittiğine ilişkin tespitlerde bulunmakta. Yine seller nedeniyle üç sene üst üste pirinç tarlası mahvolan ve 2001 yılında Dakka’ya göç eden Ahmed Riaz’ın sözlerinde yer alan gerçeklik gibi. Riaz, “Ben buraya geldiğimde de durum bu şekildeydi, bizim gibiler için gecekondu vardı, su veya elektrik yoktu. Artık daha fazla insan var, ama koşullar hep aynı.”

Varlığını ve işleyişini ekonomik, etnik, cinsiyet gibi her açıdan eşitsizlik ve adaletsizlikten sağlayan kapitalist sistemin yarattığı iklim değişikliğinin en acımasız sonuçlarını, yine adaletsizlikten en çok payı alan yoksullar yaşıyor. Kapitalist sistem öldürüyor. Bundan beş altı yıl öncesinde, şimdi hangi kampanya kapsamında ürettiğimizi hatırlamadığım bir rozet vardı: “Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim”. Kimileri tarafından bu rozet şiddeti çağrıştırdığı için beğenilmemişti. Oysa rozet, sadece bir durum tespiti yapmakta ve hayatta kalmanın yöntemini ifade etmekteydi. Daha fazla kâr elde edip rekabet gücünü artırmak uğruna daha fazla üretimi, daha fazla üretim için daha fazla insanı ve doğayı sömüren bu sistemi yok etmediğimiz sürece kendi sonumuzu hazırlıyoruz. İklim değişikliği tüm canlı yaşamını öldürüyor. Tüm canlılar için “iklimi değil, sistemi değiştirelim”.

Nuran Yüce

[email protected]

1. Deutsche Welle, 27 Şubat 2013, http://www.dw.de/iklim-de%C4%9Fi%C5%9Fikli%C4%9Fiyle-ate%C5%9Fkes-imzalad%C4%B1lar/a-16631316

2. Yeşil Gazete, 26 Şubat 2013, http://www.yesilgazete.org/blog/2013/02/26/iklim-degisikliginin-kokuttugu-hayatlar-dakka-banglades/

Kaynak: marksist.org