Su hakkı ve su varlığının korunması için hukuki dayanaklar

alternatif-su-kanunu-tasarisi-300

“Su Kanunu Tasarısı” Eleştirisi ve Alternatif Su Kanunu Tasarısı

İçindekiler:

Giriş

• Su hakkı ve su varlığının korunması için hukuki dayanaklar – Tolga Şirin (buradasınız)

• Su Kanunu Tasarısı Değerlendirme ve Öneriler

Birinci Bölüm

İkinci Bölüm

Üçüncü Bölüm

Dördüncü Bölüm

Beşinci Bölüm

Su Hakkı Kampanyası’nın önerdiği “Alternatif Su Kanunu Tasarısı”

Tolga Şirin

(Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim dalı öğretim görevlisi ve anayasa hukuku ve insan hakları uzmanı)

Su, özel mülkiyetin ortaya çıkışından, dinsel inançlardan, aile, devlet ve benzeri kurumlardan, günümüzde güvence altına alınmış bütün hak kategorilerinden, hatta insandan bile önce var olan bir elementtir. Su, kelimenin her anlamıyla doğallık içermektedir. Dolayısıyla hukuken “doğal haklardan” bahsedilecekse, belki de en doğal hakkın, su hakkı olduğu söylenebilir.

Su hakkı hükmünün her şeyden önce aşağıdaki temel fıkraları içermesi gerekir:

[1] Bütün insanlar ve canlılar, yaşam hakkının ayrılmaz bir parçası olan yeterli kalite ve miktardaki suya, fiziksel ve ekonomik olarak etkili bir şekilde erişim hakkına sahiptir. Suya erişim hakkı, su varlıklarıyla ilgili bilgilere erişim hakkı ile su varlığının yönetim süreçlerine etkin ve somut bir şekilde katılım hakkını da içerir.

[2] İnsani kullanım için yeterli miktar ve kalitede su, devlet tarafından ücretsiz ve öncelikli olarak tedarik edilir. Asgari insani ihtiyacı aşan miktardaki su kullanımı ile ticari, tarımsal ve endüstriyel su kullanımında ücretlendirme uygulanabilir. Ancak ücretlendirme politikasında, toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçi ve diğer dezavantajlı gruplar gözetilir.

[3] Kamusal bir varlık olan su, Devlet’in hüküm ve tasarrufu altındadır.  Bu tasarruf yetkisi, çevresel dengeye uygun olarak, kamu yararı çerçevesinde kullanılır, devredilemez ve özelleştirilemez. Su varlığının enerji amaçlı kullanımında çevresel dengenin bozulmaması ve su havzalarındaki doğal akışın değiştirilmemesi esastır.

[4] Devlet, temiz ve doğal su varlığını tespit eder ve bunları kültürel, çevresel ve insani ihtiyaçları dikkate alarak, bütünlüklü ve programlı biçimde korur.  Su varlığının, ticaret, ziraat, enerji ve sanayi alanlarındaki kullanımında çevresel denge ile kültürel mirasın öncelikli olarak korunması esastır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için, ihtiyatlılık, çoğulculuk ve demokratik katılımcılık ilkeleri dikkate alınarak, Su Koordinasyon Kurumu kurulur.

Sayılan bu dört fıkranın, Anayasa’da yer almasına ilişkin gerekçeler ise sırasıyla şunlardır: Birinci fıkraya bakacak olursak, Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin 15 no’lu genel yorumuna göre su hakkının temel öğeleri, yeterlilik, kalitelilik ve erişilebilirliktir. Erişilebilirlik öğesi, bilgiye ve suyun (demokratik) yönetimine erişimi içermekte ve ayrımcılık yasağı, fiziksel erişilebilirlik ve ekonomik erişilebilirlik öğelerini barındırmaktadır. Anılan unsurlar birinci fıkraya yansıtılmıştır. Hak özneleri ise antropo-sentrist (insan merkezci) olarak değil, su hakkının özgün niteliği ve diğer bütün canlılar dikkate alınarak belirlenmiştir.

İkinci fıkrada da görüldüğü üzere su hakkı sosyal bir hak niteliği taşımaktadır. Bu nitelik suyun ücretsiz olarak sağlanması ile gerçekleştirilebilir. Sosyal haklar, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için gerekli olan haklardır. Birçok araştırmada insan onuruna yaraşır bir yaşam için temizlik, içme ve besin ihtiyaçlarını karşılamaya yeten su miktarı tek bir birey için 20 ila 50 litre arasında belirlenmiştir. İnsani su kullanımı, ticari, tarımsal ve endüstriyel su kullanımı karşısında oldukça düşük bir orana (yaklaşık yüzde 3) tekabül etmektedir. Bu bakımdan anılan miktarda suyun ücretsiz hale getirilmesi ağır bir yük değildir. Öte yandan suyun ücretsiz olması, onun doğal bir varlık olmasına içkindir. Anılan su politikası, belli bir miktarın üzerindeki su kullanımının daha yüksek bedelle ücretlendirilmesi uygulamasıyla beraber uygulandığında su tasarrufu da sağlayacaktır. Ancak sudan temel insani ihtiyaçların ötesinde gelir elde eden kullanımlardan (yaklaşık %97’ye tekabül etmektedir) daha fazla ücret alınması, anılan sosyal amacın gerçekleşmesi ve su tasarrufu açısından da tutarlı olacaktır. Anayasanın küçük çiftçiyi koruyucu hükümleri ile BM’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) ve Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (KKHTAÖS) metinleri ve de 15 no’lu yorumun ayrımcılık yasağına ilişkin hükümleri belli özneler bakımından pozitif ayrımcılık yapılmasına imkân sağlamaktadır. Bu durum metne yansıtılmıştır.

Üçüncü fıkra ise 90’lı yıllar ve 2000’li yıllardaki Dünya Bankası ve IMF uygulamaları çerçevesinde su kaynaklarının özelleştirilmesinin, başta Latin Amerika ve Afrika’da olmak üzere geniş kesimler üzerinde yıkıcı sonuçlar yarattığı gözlemlerinden yola çıkılarak oluşturulmuştur. Bu sorunlar, insan onuruna yaraşır yaşam standartlarını gerilettiği gibi, ağır toplumsal kriz ve bunalımlara da yol açmıştır. Öte yandan birçok dinin suyun özel mülkiyete konu edilmesine karşı mesafeli tutumu da bu yönde dinsel ve kültürel bir değer taşımaktadır. Hal böyleyken suyun kamusal niteliğinin anayasal düzeyde ifade edilmesinin önemi açıktır.

Fıkranın devamında Türkiye’nin enerji ihtiyacının karşılanması için hız kazanan Hidroelektrik Santrallerinin (HES), belli bir program ve çevresel hassasiyet taşımadan yapılmasının doğal alanda yıkıcı etki doğurduğu gözlemlenmiştir. Bu bakımdan bu çalışmaların çevresel dengenin bozulmaması ve bu amaç bakımından kritik öneme sahip “su havzalarındaki doğal akışın değiştirilmemesi” koşulunun anayasal düzeye taşınması, özel bir hassasiyetin yansıması olarak fıkraya eklenmiştir.

Dördüncü fıkrada suyun bir “varlık” olduğu ifade edilmiştir. Bunun sebebi, suyun insan tarafından üretilmeyen doğal bir varlık olduğunu vurgulamaktır. Türkiye’deki mevcut su varlığının tespit edilmesi ve bu seviyenin geriye çekilmemesi için devletin sistematik ve programlı biçimde pozitif edimde bulunması bir zorunluluktur. Bu bakımdan 15 no’lu genel yorumda öngörülen ilkeler çerçevesinde yeni bir merkezi anayasal kurumun öngörülmesi, su varlığının karşı karşıya olduğu yakın gelecekteki riskler karşısında bir zarurettir.

Su varlığı, denizler, kuyu suları, yüzeysel suları, yer altı suları ve atmosferik su olmak üzere bütünsel olarak kavranmalıdır. Öte yandan suyun, özellikle su havzası etrafında yaşayanlar açısından kültürel için de bir anlamı vardır. Bu anlam ve bütünlük maddede vurgulanmış ve suyun kâr aracı olarak kullanıldığı hallerden ziyade insani su kullanımın önceliği kayıt altına alınmıştır.

Su hakkına ilişkin açıklama/bilgilendirme notu[1]

I. Genel olarak su hakkı

Su, canlı yaşamının en temel mineralidir. İçme, yemek pişirme, temizlik, tarım, hayvancılık ve sanayi, enerji ve kültürel vb. nedenlere dayalı olarak su, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Ne var ki suyun bu denli önem taşımasına rağmen su, yaşadığımız çağda büyük bir tehlike altındadır. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, 1,1 milyardan fazla insan temiz içme suyuna[2], 2,6 milyardan fazla insan ise temizlik için ihtiyaç duyulan suya ulaşamamaktadır. UNESCO raporlarına göre de her yıl 2 milyondan fazla insan susuzluk sorununa bağlı nedenlerle ölmektedir[3]. Bu bakımdan dünya üzerinde yaşayan her altı insandan birisinin temiz içme suyuna, her iki insandan birisinin ise temizlik için gerekli olan suya erişiminin mümkün olmadığı görülmektedir. BM’nin tahminlerine göre 2050 yılına kadar 2,5 milyar insan daha su sorunundan etkilenecektir. Hal böyleyken suyun özel olarak koruma altına alınması bir zorunluluk haline gelmiştir. Hukuksal açıdan bu korumanın anayasal düzeye taşınması da bir zarurettir. Bu zaruretin mukayeseli anayasa hukuku ve uluslararası hukuk bakımından da bir karşılığı bulunmaktadır.

II. Uluslararası hukukta su hakkının evrimi

Suyun bir insan hakkı olarak güvence altına alınması, özellikle Türkiye’nin de üyesi olduğu BM nezdinde hazırlanan metinlerde yer almaktadır. Örneğin erken dönem metinlerden olan insancıl hukuka ilişkin Cenevre Sözleşmeleri, bu hakkın ilk nüvelerini ortaya koymuştur.

Bu sözleşmelerden 1950’de yürürlüğe giren Savaş Mahpuslarına Yapılacak Muamele ile ilgili Cenevre Sözleşmesi’nin 20, 26, 29 ve 46’ıncı maddelerinde, mahpusa içme ve temizlik için gerekli olan suyun mahpusluk sırasında ve yer değiştirme sırasında tedarik edilmesinin zorunlu kılındığını; 1950 yılında yürürlüğe giren Savaş Zamanında Sivil Kişilerin Korunmasıyla ilgili Cenevre Sözleşmesi’nin 85, 89 ve 127’inci maddelerinde, gözaltında bulunan sivillerin tutulma ve yer değiştirmeleri boyunca, tuvalet ve banyo gibi temizlik ihtiyaçları ile içme suyu ihtiyaçlarının karşılanmasının zorunlu kılındığını, son olarak 1978 yılında yürürlüğü giren Uluslararası Olan/Olmayan Silahlı Çatışmalardan Mağdur olanların Korunması ile ilgili 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine Ek Protokollerden birincisinin 54’üncü maddesi ile ikincisinin 5 ve 14’üncü maddelerinde, sivil nüfusun hayatta kalması için gerekli olan su kaynaklarına saldırılmasının, tahrip edilmesinin, ortadan kaldırılmasının, kullanılmaz hale getirilmesinin yasaklanmış olduğu görülmektedir[4].

Bu sözleşmelerin önemi, zor durumda bulunan insanların, savaş zamanında sudan mahrum bırakılamayacağını düzenlemiş olmasıdır. Bu yaklaşım, su hakkının uluslararası düzeyde tanınması konusunda önemli bir destek ayağıdır ve objektif durumu itibariyle, uluslararası hukuk açısından tetikleyici bir nitelik taşımaktadır. Bu sözleşmeler, başkaca herhangi bir metin bulunmasa da, teorik olarak, savaş zamanında dahi korunan su hakkının, barış zamanında evleviyetle (argumentum a fortiori) var olacağı ve korunacağı yönünde bir çıkarım yapmaya da imkân tanımaktadır[5].

Su hakkı, anılan erken dönem metinlerden sonra ilk kez çevresel felaketlerin gözle görülür olmaya başladığı 70’li yıllarla beraber tartışılır olmuştur.  Örneğin BM tarafından 5-16 Haziran 1972 tarihlerinde Stockholm’de gerçekleştirilen ve 100’den fazla ülke temsilcisinin katıldığı İnsan Çevresi Konferansı’nda, her ülkenin çevreye karşı sorumluluğunu kabul etmesinin, insanın yeryüzündeki varlığını sürdürmesinin başlıca koşulu olduğu noktasında birleşmesi bir amaç olarak belirlenmiş[6]; insanın özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşama hakkı ile bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi koruma ve geliştirme yükümlülüğü birinci ilke olarak kaydedilmiş; ikinci ilke olarak bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora, fauna ve doğal ekosistemleri temsil eden örneklerin korunması gerektiği kaydedilmiştir. Ancak bu konferansta, bir insan hakkı olarak su üzerinde durulmamıştır. Söz konusu ilkelerde de su, çevre hakkının bir bileşeni olarak korunması gereken doğal mineral biçiminde dikkate alınmıştır.

Bu sürecin devamında suyun bir hak olarak ele alınışı, 1977 yılında yapılan Mar Del Plata Konferansı’nda gerçekleşmiştir[7]. Anılan konferansta su, “içme suyu” boyutuyla ve ilk kez bir hak olarak ifade edilmiştir. “Tüm halkların, gelişme aşaması, sosyal ve ekonomik koşulları ne olursa olsun, temel gereksinimlerine eşit miktarda ve kalitede içme suyuna erişim hakkına sahip olduğu”, hem Konferans eylem planının önsözünde, hem de Topluluk Suları konusundaki 2 no’lu kararda ifade edilmiştir. Konferans sonrasında 1980 ve 1990 arasındaki döneme yönelik olarak, yeterli hizmete ulaşamayan kentsel ve kırsal alanlara güvenilir içme suyu ve sağlık koruma hizmetlerinin tedarik edilmesi amacıyla “uluslararası içme suyu temini ve sağlık koruma on-yılı” başlatılmıştır. Söz konusu konferansın sonucunda, su hakkına ilişkin herhangi bir tanım yapılmasa da, suyun gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Bu durum, ileride sürdürülecek tartışmalara bir zemin hazırlamıştır[8].

Bu virajdan sonra bir insan hakkı olarak suyun, uluslararası bir sözleşmeye konu edilişi, spesifik konumda bulunan ve esasen suya erişimde sıkıntı yaşayan veya temiz suyun bulunmamasından dolayı dezavantajlı duruma düşen özneler için söz konusu olmuştur. Bu özneler, suya erişimde problem olması durumunda, tek başına ev içi emeğe mahkûm edilen kadınlar ile fiziksel ve ehliyet açısından kısıtlama altında bulunan çocuklardır. Bu hak özneleri, temiz su bulunmaması durumunda su temin etmek için kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan, eğer bu tercihte bulunmazlarsa ve bazen bu tercihe rağmen, salgın hastalık riski altında temizlik yapmaya mahkûm edilenlerdir[9].

Bu bağlamda kadınların ve çocukların haklarına ilişkin olarak iki temel BM sözleşmesinde su hakkından bahsedildiği görülmektedir. Bu sözleşmeler; “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme[10]” (KKHTS) ve Çocuk Hakları Sözleşmesidir[11] (ÇHS).

1981 yılında yürürlüğe giren ve BM sözleşmeleri içinde en çok çekince konulan sözleşmelerden birisi olan KKHTS’nin “Kırsal Alandaki Kadınların Hakları” başlıklı 14/2 (h) maddesinde su hakkı, açıkça zikredilmiştir:

“Taraf Devletler erkekler ile kadınlar arasında eşitliği sağlamak üzere, kırsal alanda meydana gelen gelişmelere katılmaları ve bu gelişmelerden yararlanmaları için kırsal alanda yaşayan kadınlara karşı ayrımcılığı tasfiye etmek için gerekli her türlü tedbiri alır ve bu kadınlara özellikle aşağıdaki hakları tanır; (…) Özellikle konut, sağlık, aydınlanma, içme suyu, ulaşım ve iletişim hizmetleriyle ilgili yeterli yaşam standartlarından yararlanma hakkı.”

Türkiye’nin de Türk Medeni Kanunu çerçevesinde bir takım çekinceleri bulunmakla birlikte taraf olduğu bu sözleşmede[12], ayrımcılığın tasfiyesine yönelik olarak mücadele yolunda aşağıda anacağımız ÇHS’ye göre daha genel ve güvenceli olarak, kadınlara yeterli yaşam standardı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. ÇHS’de bulaşıcı hastalık ve yetersiz beslenmeyle mücadelede bir araç olarak ortaya konulan temiz içme suyu sağlama yükümlülüğü, KKHTS’de bir araç olarak değil, genel olarak yeterli yaşam standartlarından yararlanma hakkının bir unsuru olarak ifade edilmiştir.

1991 yılında yürürlüğe giren ve yine Türkiye’nin belirli çekinceler taşımakla birlikte taraf olduğu[13] ÇHS’de “su”, “sağlık hakkı” ile ilişkilendirilmiştir.Sözleşmenin “sağlık hakkı” başlıklı 24/2(c) maddesi şu şekildedir:

“Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını yakından izler, ve özellikle aşağıdaki konularda gerekli tedbirleri alır: (…) Temel sağlık hizmetleri verilmesi sırasında, mevcut teknolojik yeniliklerin kullanılması ve besleyici gıdalar verilmesi ile çevre kirlenmesinin tehlike ve zararları dikkate alınarak temiz içme suyunun sağlanması gibi yollarla bulaşıcı hastalıklarla ve yetersiz beslenmeyle mücadele edilmesi(…)”.

Görüldüğü üzere devlet, bulaşıcı hastalıklar ve yetersiz beslenmeyle mücadele etme yükümlülüğü altındadır ve bu yükümlülüğünü, diğerleri ile birlikte “temiz içme suyu sağlamak” vasıtasıyla gerçekleştirmek durumundadır. Gerçi temiz içme suyuna çocuk sağlığı ile bağlantılı olarak yer veren ilk sözleşme, ÇHS değildir. Afrika Çocuk Hakları ve Esenliği Şartı’nın “Sağlık ve sağlık hizmetleri” başlıklı 14’üncü maddesinde de taraf devletlerin, her çocuğun sahip olduğu en iyi fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlık durumuna sahip olma hakkının gerçekleşmesi için temiz içme suyunu sağlama yükümlüğünden bahsedilmektedir.

Çocuklar ve kadınların dışında, bir diğer dezavantajlı grup olan yaşlılara ilişkin bir metinde de suya erişim hakkına değinilmiştir. BM tarafından hazırlanan “Yaşlı İlkeleri” içinde yer alan “bağımsızlık” ilkesinin birinci maddesine göre, “yaşlı kişiler besin, su, barınak, kıyafet, sağlık bakımı, iş ve başka gelir getirici imkânlar, eğitim, öğretim ve sağlıklı bir çevrede yaşama imkânına erişmelidir[14].”

1990’lı yıllara gelindiğinde ise su hakkı, daha açık bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır. 1992 yılında Dublin’de yapılan Su ve Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda su, bu defa “suyun tüm kullanım alanlarında ekonomik değere sahip bir kaynak olduğu ve ekonomik bir meta olarak görülmesi gerektiği” tespitinden hareketle, “temel bir hak olarak bütün insanların temiz su ve hıfzıssıhhaya ödenebilir bir fiyatla erişme hakkının” (ilke 4) bir parçası olarak ifade edilmiştir. Bu yöndeki tespite dayanak olan yaklaşıma göre, su kaynaklarının israfı ve çevreye zarar verecek şekilde kullanılmasının sebebi, suyun ekonomik bir değer olarak görülmemesidir.  

Dublin İlkeleri’nde bu yöndeki ifadelerin yanı sıra, temiz suyun, hayatı, kalkınmayı ve çevreyi sürdürülebilir kılmak için gerekli olan sınırlı ve hassas bir kaynak olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yaşamın devam etmesini sağlayan suyun, toplumsal ve ekonomik kalkınma ile doğal ekosistemlerin korunmasıyla ilişki olarak bütünsel bir yaklaşımla ele alınarak, su toplama havzası veya yeraltı suyu akiferinin tümünü kapsayan toprağı ve su kullanımını birbirine bağlayarak etkin biçimde yönetilmesi gerektiği de vurgulanmıştır.

İlkelerde öncelikle su kaynaklarının geliştirilmesinde ve yönetiminde, her seviyedeki kullanıcıları, planlamacıları ve politikacıları da dâhil eden, “katılımcı” bir yaklaşıma çağrı yapılmıştır. Bunun yanında, suyun dağıtılması, yönetimi ve korunmasında kadınların kritik bir rolünün olduğu kaydedilmiş, kadınların su kaynaklarına ilişkin uygulamalara, karar alma ve uygulama dâhil, her aşamada katılımının önemi vurgulanmıştır. Bu tespitten hareketle, ilkelerde anılan amacın gerçekleşmesi için her türlü aracın tedarik edilmesi gerektiği kaydedilmiştir.

Dublin Konferansı dışında, 3-14 Haziran 1992 tarihinde düzenlenen ve Stockholm Konferansı ile başlayan çevre konusundaki uluslararası etkinliklerin bir halkası niteliğinde olan BM Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın sonucunda  “sürdürülebilir kalkınma” modelinin karakterize ettiği altı metin ortaya konulmuş, bu metinlerden, Türkiye’nin de benimsediği program niteliğinde bir belge olan Gündem 21’in 18’inci bölümü “Tatlı Su Kaynakları Temininin ve Kalitesinin Korunması” biçiminde düzenlenmiştir[15]. Genel hatlarıyla bu bölümde su, doğal bir kaynak ve hem sosyal, hem de ekonomik bir mal olarak öngörülmüş, suyu kullananlardan uygun ücretler alınması telkin edilmiş, sürdürülebilir yönetim için her türlü planlama ve geliştirmede suyun tam maliyetinin esas alınması salık verilmiştir[16].

Öte yandan 1994 yılında yapılan Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda su hakkı konusu gündeme gelmiş, Uluslararası Nüfus ve Gelişme Konferansı Eylem Programı’nda sürdürülebilir kalkınmanın merkezinde “insanın” bulunduğu ifade edilerek, insanların kendileri ve aileleri için yeterli yiyecek, giyecek, mesken, su ve temizlik dâhil yeterli bir yaşam standardını sağlama haklarının bulunduğu ifade edilmiştir[17].

Yine sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde çevre politikalarına ilişkin bir diğer sözleşme ise, Sınıraşan Sular ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanılması Hakkındaki 1992 Sözleşmesine Ek 1999 tarihli Londra Su ve Sağlık Protokolüdür. Taraflara, herkesin içme suyuna erişimini ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını, insan sağlığını tehlikeye atmayan, çevre kalitesini ve ekosistemlerin korunmasını amaçlayan entegre su yönetimi sistemleri çerçevesinde, herkese sanitasyon sağlanması amaçlarını izleme yükümlülüğünü yükleyen Protokol’de, bu minvalde bazı teknik yöntemler öngörülmekle birlikte dikkat çekici biçimde ilke ve yaklaşımlar (md.5/l) başlığı altında “hem nitelik, hem de miktar açısından yeterli suya eşitlikçi erişim, özellikle dezavantaj ve sosyal yoksunluktan muzdarip olanlar olmak üzere, nüfusun tüm mensuplarına sağlanmalıdır”hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda, anılan Ek Protokol, 20’inci yüzyılın sonunda su hakkına ilişkin olarak, dezavantajlı gruplara dikkat çeken özelliği gereğince önem taşımaktadır[18].

İfade ettiğimiz belgelerin tamamı 20’inci yüzyılda üretilmiştir. Ancak 20’inci yüzyıl sona ererken su sorunu çözülmediği gibi, büyümeye de devam etmiştir. Bu gerçek karşısında BM bünyesinde de bazı tedbirler gündeme gelmiş, yeni bir yüzyıla/bin yıla girilirken, bu sorunun çözümüne yönelik bütüncül bir kalkınma hedefi iddiası ile 189 ulusun temsilcisinin katılımıyla bir bildirge yayımlanmıştır. BM Milenyum Deklarasyonu[19] olarak bilinen bu bildirgenin yoksulluk, açlık, eğitim, kadın erkek eşitliği, çocuk ölümleri, anne ölümleri, hastalıklar ve çevre sorunlarının her biri için, öngörülen belli bir oranda sorunun azaltılması hedeflenmektedir. Bu hedefler çerçevesinde sağlıklı suyun kilit bir role sahip olduğu defalarca vurgulanmıştır. Deklarasyonda çevresel güvenliğin sağlanması için ayrı bir hedef olarak 2015 yılına kadar güvenli içme suyuna ve temel atık sistemine erişimi olmayan nüfusun oranın yarı yarıya azaltılması hedeflenmektedir. Deklarasyon hâlihazırda BM politikaları çerçevesinde uygulanmaktadır.

Bu Deklarasyon, kendisinden sonra gelen Konferansları etkilemiştir. 2002 yılında Johannesburg’da düzenlenen, BM Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’nde[20] ve Konferans sonunda hazırlanan uygulama planında, Deklarasyon’a atıfta bulunulmuş ve bununla birlikte herkesin “su ihtiyaçlarının, toplumsal cinsiyet konusuna duyarlı, bilgilendirme ve katılıma açık biçimde evsel, tarımsal ve endüstriyel su gereksinimleri arasında uygun denge kurularak, yeterli miktar ve kalitede, yoksulların ihtiyaçlarını karşılayacak bir fiyattan, ayrımcılık yapmadan karşılanması” gereği ifade edilmiştir. Yani Dublin Konferansı’ndan bu yana suyun ekonomik bir değer olduğu yönündeki vurgu sürmekle birlikte, suya ulaşımda yoksulların ve dezavantajlıların gözetilmesi ve suyun bedelinin, yoksulların ihtiyacını karşılayacak seviyede olması kaydı yinelenmiştir[21].

Benzer yaklaşım, bölgesel düzeyde üretilen metinlerde de görülmektedir. Örneğin 2001’de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin kabul ettiği Avrupa Su Kaynakları Şartı’nın 5’inci maddesi şu şekildedir:

Herkes kendi temel ihtiyaçları için yeterli miktarda su hakkına sahiptir. Uluslararası insan hakları belgeleri (instruments) tüm insanların açlıktan kurtulma ve kendileri ve aileleri için yeterli yaşam standardı haklarını tanımaktadır. Bu iki ihtiyacın, sağlık ve hijyen bakımından yeterli kalitede, asgari miktarda su hakkını içerdiği açıktır. Su temininin insanları mahrum bırakacak şekilde kesilmesini önlemek için sosyal tedbirler yürürlüğe konmalıdır[22].

Yine bu ilke çerçevesinde tavsiye kararında, temel ihtiyaçları karşılamak için su hakkına zarar vermeksizin, su kaynaklarının üretimi ve kullanımı ile ilgili finansal maliyetleri karşılamak amacıyla (a) kirleten-öder, (b) kullanıcı-öder ilkeleri ve (c) su kaynaklarının tahmini gelişimine, gerekli yatırımlar ve sosyal düşüncelere bağlı olarak, nispi veya artan oran ya da düşük gelir kategorileri için veya tercihli şartlarla asgari su miktarının güvence altına alınması gibi oranlama yöntemleri ile belirlenecek harçların uygulanması gerektiği tavsiye edilmiştir[23].

Diğer taraftan aynı yıllarda bir insan hakkı olarak su, bir başka bölgesel metinde, ekonomik temelli yaklaşımın aksine, hak temelli vurguyu öne çıkaracak biçimde açıkça bir insan hakkı olarak düzenlenmiştir. 2002 yılında yürürlüğe giren Senegal Nehri Su Şartı’na[24] göre; nehir suyu, kişi ve çalışma güvenliğine ve aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma gözetilerek ve “temel bir insan hakkı olarak sağlıklı su hakkına” saygı gösterilerek, nehir kıyısındaki devletlerin nüfusunun bütünsel olarak kullanımına sunulacaktır[25]. (md.4) Bunun yanında, su kaynaklarının kullanımında nüfusun, özellikle dezavantajlı durumda olanların içme suyu ihtiyaçlarının eşitlikçi biçimde tatmin edilmesi amacının ifade edildiği (md.8) şart’ta, “Ücretsiz olan evsel kullanımlar dışında, nehir sularının alınması önceki izin veya Deklarasyon (…) rejimine tâbidir.” (md.10) su hakkının “temel bir hak” olarak ifade edilmesi ve güvence altına alınan şeyin sadece “su” olmayıp, “sağlıklı su” olması dikkat çekicidir[26].

III. Temel insan hakları metinlerinde su hakkı

Su hakkı temel insan hakları metinlerinde zımni olarak yer almaktadır.  Aslında bu durum su hakkının diğer haklarla olan yakın ilişkisinin veya bu hakların bir unsuru olarak görülebilmesinin bir sonucudur. Öyle ki su olmadan yaşamak, sağlıklı olmak, konut sahibi olmak ve çevrenin devamlılığını sağlamak mümkün değildir. Dolayısıyla su hakkı yaşam hakkının, konut hakkının, sağlık hakkının ve çevre hakkının olmazsa olmaz bir parçası durumundadır. Yani 20’inci yüzyılda hazırlanan birçok insan hakkı sözleşmesinde – o dönem su sorununun ciddi bir boyuta ulaşmaması da dikkate alındığında – sudan bir hak olarak bahsedilmemiş olması anlaşılabilir, ancak yine de insan hakları konusundaki bu temel metinlerden su hakkı çıkarımı yapılması mümkündür.

Diğer haklardan su hakkı çıkarımı yapılabileceği yönündeki bu tespit, hukuk öğretisinde de sıklıkla kabul görmektedir. Bu yaklaşıma göre İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin (İHEB) “herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır” biçiminde bir hüküm içeren 25’inci maddesi[27], su hakkı çıkarımına zemin hazırlamaktadır.  Çünkü su hakkı, bu maddenin açıkça atıf yaptığı  “yeterli yaşama standardına” kesinlikle dâhildir[28].

Bu yaklaşıma göre İHEB’i tasarlayanların, suyu bütünleyici elementlerden birisi ve hava gibi temel bir unsur biçiminde düşündüklerinin varsayılabileceğini ifade etmektedir. Zirainsan sağlığı ve refahı için gerekli olan yeterli miktarda ve kalitede su olmaksızın, madde 25’deki standartlar karşılanamaz; dolayısıyla bireylerin sağlıklı ve refah içinde bir yaşam standardına ulaşmaları için asgari miktarda temiz su gereksinimlerinin karşılanması gerekmektedir[29].

Buna ek olarak susuzluktan ölümün önlenmesi, su ile bağlantılı hastalıkların azaltılması ve temel besin pişirme ve ihtiyaç duyulan hijyenin sağlanması için temel düzeyde temiz su gerekliliği, en temel su standartlarını belirleyen Dünya Sağlık Örgütü ve başka BM ve uluslararası yardım örgütleri tarafından da kabul edilmektedir[30].

Bunun yanında, su hakkının 20’inci yüzyılda ortaya çıkan belgelerin moral kaynağı olan ve siyasal önemi tartışmasız olan İHEB’in bünyesinde zımnen de olsa yer aldığına ilişkin bir diğer görüş ise, Bildirge’nin işsizliğe karşı korunma için çalışma hakkı, sendika kurma veya katılma gibi su hakkına göre daha “önemsiz” olan hakları güvence altına almışken, amaçsal açıdan su hakkının görmezlikten gelinemeyeceği tezidir[31]. Bu tespit, doğrudur. Çünkü insan hakları sözleşmeleri yorumlanırken evrimci yaklaşılmakta ve dönemin gereklerine göre yorum yapılmaktadır. Bu bağlamda, birçok hak güvence altına alınırken, insanlığın en büyük sorunlarından birisi haline gelmiş bir konuya “insan” hakları sözleşmelerinin duyarsız kalamayacağı açıktır.

Bu bakımdan ikinci düzey koruma kategorisinde yer alan bu metinlerden BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 6’ıncı maddesinde yer alan “Her insanın doğuştan gelen yaşama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz.” ifadesi ile su hakkı arasında bir bağlantı bulunduğu kaydedilmelidir[32].

Nitekim sözleşmedeki yaşam hakkının içeriği ve kapsamı açısından BM İnsan Hakları Komitesi’nin genel yorumu, bu konuda bilgi vericidir:

“Komite yaşam hakkının genelde çok dar şekilde yorumlandığına dikkat çekmektedir. “Doğuştan gelen yaşam hakkı” şeklindeki ifade dar yorumlandığı takdirde net olarak anlaşılmaz. Belirtilen hakkın korunması Devletlerin olumlu tedbirler almasını gerektirir. Bu bağlamda, taraf Devletlerin bebek ölümlerini azaltmak, yaşam süresini uzatmak ve özellikle yetersiz beslenme ve salgın hastalık durumlarını ortadan kaldırmak için mümkün olan tüm tedbirleri alması gerekmektedir[33].”

Yani yaşam hakkı, devletin bir takım pozitif yükümlülüklerinin olduğu dikkate alınarak, geniş biçimde yorumlanacaktır. Bu yorum biçimi yukarıda andığımız ve yine ikinci düzey koruma kategorisinde yer alan ÇHS’de ve KKHTS’de yer alan yaşam hakkına ilişkin hükümler için de uygulanabilecektir. Hatta daha önemlisi, Amerikalılar-arası İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) organlarının, “Devletlerin yaşam hakkını desteklemek için önleyici pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu” tespiti, bizi su hakkının üçüncü düzey korumanın kapsamına dâhil olduğu sonucuna ulaştırabilecektir. Ancak altını çizmek gerekir ki; bu güvence, yaşam için gerekli olan suya erişim hakkına kasıtlı ve keyfi müdahalelere engel olunması şeklindekikorumayla sınırlı kalacaktır.

İHAS’ın yaşam hakkının geniş yorumu, normalde medeni ve siyasi haklar (birinci kuşak haklar) olarak ifade edilebilecek haklar ile sosyal ve ekonomik haklar (ikinci kuşak haklar), hatta çevre hakkı gibi üçüncü kuşak hakların arasındaki ayrımı yumuşatmaktadır. Hal böyle olunca yaşam hakkı, çevresi tahrip edilen veya sağlık hakkı ihlal edilen kişiler açısından bu hakların dava edilebilirliği için kilit bir rol üstlenmektedir. Öyle ki, bugün İHAM önüne bir dizi sosyal hakka, hatta çevre hakkına yönelik ihlal iddiaları götürülebilmektedir[34].

Son olarak su hakkını en net biçimde bünyesinde barındığı kabul edilen metin, Türkiye’nin de tarafı olduğu BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmeyi yorumlayan organ olan Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi, suyun bir insan hakkı olduğunu, ilk defa yaşlı insanların ekonomik, sosyal ve kültürel haklarına ilişkin 6 no’lu genel yorumda tespit etmiştir. Bundan başka Komite 15 no’lu genel yorumunu doğrudan doğruya bu konuya özgülemiştir. 15 no’lu genel yorum’da su hakkı, “Herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dâhil olmak üzere, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma ve yaşam koşullarını sürekli geliştirme hakkına sahip olduğunu” ifade eden 11’inci madde çerçevesinde, yeterli konut ve yeterli beslenme hakkının; “herkesin, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkını” ifade eden 12’inci madde kapsamında da, sağlık hakkının ayrılmaz bir parçası olarak ifade edilmiştir[35].

IV. BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi’nin 15 no’lu yorumuna göre su hakkının unsurları

Su hakkının uluslararası insan hakları hukuku bakımından anlamı, ESKHS’nin hükümlerinin uygulanışını düzenli olarak izleme yetkisine sahip BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin 11-29 Kasım 2002 tarihinde Cenevre’de düzenlediği 29’uncu oturumunda, sözleşmenin 11 ve 12’inci maddelerine yönelik olarak 15 no’lu genel yorumla[36] açıklığa kavuşturulmuştur[37]. 15 no’lu genel yorum ile birlikte su hakkı, ilk kez resmi olarak çözümlenmiştir.

15 no’lu genel yorumda Komite, sözleşme metninde su hakkından bahsedilmese de, bu hakkın metnin içeriğinde yer aldığı çıkarımını yapmıştır. Bu saptama, 11’inci maddede yer alan “dâhil olmak üzere” ifadesine dayandırılmış; bu ifadeyle belirtilen haklar katalogunun tüketici olmasının önüne geçildiği ileri sürülmüştür[38]. Bunun yanı sıra genel yorumda, suyun diğer haklar açısından önemine yapılan vurgu da dikkat çekicidir. Komite’ye göre su hakkı, kişisel ihtiyaçlar ve ev içi ihtiyaçların yanında, yeterli beslenme hakkı, sağlık hakkı, çalışarak geçinme hakkı ve belli kültürel adetleri uygulama hakkı ile bağlantılı olarak kültürel hayatta yer alma hakkının sağlanması için gereklidir. Su hakkı, bu çıkarımdan hareketle, aynen şu şekilde tanımlanmıştır:

“Su hakkı, herkesin kişisel ve ev içi kullanımları için yeterli, güvenli, kabul edilebilir, erişilebilir ve bedeli ödenebilir suya sahip olma hakkını öngörmektedir[39].”

Bu tanımlamanın benzeri İnsan Haklarının Geliştirilmesi ve Korunması Alt Komisyonu tarafından atanan İçme Suyu ve Sanitasyon Hakkı Özel Raportörü tarafından da kabul edilmiştir: “Su hakkı, herkesin kişisel ve ev içi kullanımları için yeterli miktarda temiz su hakkı anlamına gelmektedir[40].”

Komite’ye göre su hakkının konusu, insanların suya erişimidir. Bir maddeye erişmek, eğer o madde ekonomik bir değere sahipse, bedelinin ödenmesi vasıtasıyla; fakat bir hak ise, bu defa da kural olarak doğrudan doğruya ulaşabilmeyi (kişisel hak) veya ulaşmayı isteyebilmeyi (sosyal hak) içerir. Dolayısıyla birçoklarının söylemlerinin aksine su, sadece ekonomik değer taşımamakta, aynı zamanda mutlaka sosyal ve kültürel bir değer de taşımaktadır. Bu bağlamda, gerekli olan su kaynaklarına erişimi sağlama, keyfi su kesintileri veya su kaynaklarının kirletilmesi gibi müdahalelere maruz kalmama “özgürlüğü”  ile su tedarik sistemi ve sudan eşit şekilde yararlanma “hakkını” içeren “suya yeterli miktarda ve kalitede erişimin”[41] gerçekleşmesi için en azından şu unsurları içermesi zorunludur[42]:

i. Yeterlilik: Öncelikle suyun “yeterli miktarda” olması gerekmektedir. Ancak “yeterli miktar” son derece göreceli olup, farklı şartlara göre değişkenlik göstermektedir. Bu bağlamda “yeterli su miktarını” tespit etmek kolay değildir. Nitekim bazı yazarlar için “yeterli su” ifadesi, “hayatta kalmak için gerekli su” iken[43]; diğer bazılarına göre bundan çok daha fazlasını ifade edecek biçimde “temel ihtiyaçlar için gerekli su” anlamı taşımaktadır[44]. Ancak 15 no’lu genel yorumun orijinal taslağında su hakkının öz içeriğine ilişkin birtakım unsurların bulunduğu ifade edilmektedir[45]. Buna göre taslağın 8’inci paragrafında günlük asgari zorunlu su miktarının 20 litre olduğu ileri sürülmektedir. Farklı yazarlar tarafından da insanın yeme, içme, temizlik vb. haller için günlük ortalama 20 ila 50 litre suya ihtiyaç duyduğu ifade edilmektedir[46]. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırlamış olduğu bir raporda makul erişebilirliğin “ kullanıcıların konutuna 1 kilometrelik mesafe uzaklıkta, bir kaynaktan kişi başı 20 litre suyun kullanılabilir olması” ile mümkün olduğu tespit edilmiştir[47].

ii.  Kalite: 15 no’lu genel yorum çerçevesinde suyun hem kişisel kullanım, hem de evsel kullanımdaki kalitesi, öncelikle kabul edilebilir bir renk ve kokuyu içerecek düzeyde olmalıdır. Yani olağan su görünümünün dışında bir görünüm veya koku, su hakkının gerçekleşmesi açısından sorun yaratacaktır. Bunun yanında suyun insan sağlığını tehdit edecek mikro-organizmalar, kimyasal maddeler, radyoaktif atıkları içermemesi de suyun kalitesi ile ilişkilidir[48]. Bu kriterlerin belirlenmesinde Dünya Sağlık Örgütü kılavuzu referans alınmıştır[49].

iii. Erişilebilirlik: Su hakkının esasen suya erişimi konu ettiği dikkate alındığında, “erişebilirlik” son derece önemli bir başlıktır. Öyle ki, hakkın gerçekleşmesi ona ulaşılmasıyla sağlanacaktır.  15 no’lu genel yorum, erişimi dört farklı biçimde ele almaktadır. Yorum’daki çözümlemeden hareketle suya erişimin, ayrımcılık yapılmaksızın herkesin fiziksel, ekonomik, bilgisel açıdan suya sahip olabilmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

aa. Fiziksel erişebilirlik: Erişebilirliğin fiziksel anlamı, su ile insanın arasındaki uzaklık ile ilişkilidir. Suyun uzak olması, hakkın özünü zedeleyecektir. Örneğin bir kişinin olağan kullanımına yönelik gerekli olan suya erişmek için kilometrelerce yol kat etmesi, öncelikle suya erişim hakkının ihlali anlamına gelecek, ikinci olarak da buna bağlı zincirleme hak ihlallerinin önünü açacaktır. Bu nedenle suya fiziksel olarak erişim, her bir evin, eğitim kurumunun veya işyerinin içerisinde veya hemen yakınında, toplumun tüm kesimlerinin yeterli, güvenli ve kabul edilebilir suya sahip olması anlamı taşır. Bunların yanında 15 no’lu genel yorumda, fiziksel erişimin içeriğinde kişinin fiziksel güvenliğinin de sağlanması gerektiğine özellikle dikkat çekilmiştir[50].

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre suya ulaşım, mekânsal açıdan 1 kilometreden, zamansal açıdan 30 dakikadan fazla sürüyorsa “erişebilirlik” söz konusu değildir. Yani, suya “temel erişimin” sınırını bu birimler oluşturmaktadır. Mekânsal açıdan 100 metre, zamansal açıdan ise 5 dakika içinde ve en azından bir musluğa ulaşılması durumunda ise “orta düzey erişimden” bahsedilebilmektedir.  Son olarak suya ev içinde ve birden çok muslukla erişim ise, optimal erişim olarak değerlendirilmektedir[51]. Şüphesiz ki optimal erişim, su hakkının fiziksel erişebilirlik unsuru açısından ideal olanıdır.

bb. Ekonomik erişebilirlik: Ekonomik erişilebilirlik, su doğal varlığına erişimin iktisadi olarak yük getirmemesini ifade etmektedir. Birleşik Devletler Çevre Koruma Ajansı’nın yaptığı bir çalışmaya göre; su masraflarının, hane halkının giderlerinin %2’sini geçmesi durumunda bu giderler “çok masraflı” kategorisine girmektedir. Bu oran yoksul kesimler açısından %1,25’e kadar gerilemektedir[52]. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre suyun meta haline gelmesi hem ahlaki hem de ekonomik nedenlerle sorunludur.

Bir an için suyun ücretsiz olmasının israfa neden olacağı düşünülebilir. Ancak bu argüman ön yargılı ve tutarsızdır.  Sosyal devletin varlık sebebi, temel insani ihtiyaçların güvence altına almasıdır. Mevcut vergiler vasıtasıyla su tesisatının ve su kaynaklarının dağıtımının maliyeti zaten karşılanmaktadır. Bunun ötesinde suyun bir gelir kalemi haline getirilmesi sosyal devlet anlayışı ile uyumlu sayılmaz.

Öte yandan yukarıda değinildiği üzere, günlük 20-50 litrelik kullanımla sınırlandırılmış olan ücretsiz su temini, israf sorununu çözebilir. Gerçekten de bazı pratikler, suyun ücretsiz olmasının da bir tür israfla mücadele biçimi olduğunu göstermektedir. Türkiye’de Dikili Belediyesi’nin 10 tona kadar ücretsiz su dağıtımı uygulaması, belediye sakinlerinin kolektif iradesi ve 10 tondan sonra “para verilecek olması” bilinciyle daha az su harcamasına neden olmuştur[53]. Öte yandan örneğin Şili’de, belediyelerin sınırları dahilinde yer alan yoksul kimseler tespit edilmekte ve bu çerçevede yoksul hane halkına, içme suyu ve kanalizasyon faturalarına yönelik olarak, 3 yıllık periyotlarla mali destek uygulanmaktadır[54]. Uygulamaya göre yoksul olarak tespit edilmiş hane mensuplarının ev içi su kullanımının ilk 15 metreküpü %50 indirim ile tedarik edilmektedir. Yardım alan kimselerin mali durumu üç yıllık periyotlarla denetlenmekte ve hakkın kötüye kullanılması halinde ise yardım kesilmektedir. Bunun yanında dikkat çekici bir başta örnek olan İrlanda’da ticari nitelik taşımayan ev içi kullanımın tamamen “ücretsiz” olduğu bilinmektedir. Söz konusu maliyet tamamen devlet tarafından karşılanmaktadır[55]. Bu çerçevede İrlanda, suyun ücretli olmasının bir ütopya olmadığının açık örneğidir.

Suyun bir kâr metası haline getirilmesi ve suyun özelleştirilmesi durumunda kamusal güvenceye nazaran, pazar koşullarının gereği olarak kalite ve miktarda düşüş ve fakat bunun aksine ücretlerde yükselme olacağı kestirilebilir. Bu konuda en belirgin örneği Bolivya oluşturmaktadır. 1999 yılının Haziran ayında Bolivya’nın Cochabamba kentinde su durumuna ilişkin olarak, Dünya Bankası’nca hazırlanan rapor çerçevesinde su sistemleri özelleştirilmiştir. Söz konusu raporda, Bolivya devletinin su hizmetindeki fiyat artışlarını önlemeye yönelik ayırdığı kamusal ödeneğin, bütçe için bir yük olduğu ve ülkenin borçlarının ödenmesi için özelleştirilmeye gidilmesi gerektiği önerilmiştir. Bu öneriler ışığında çıkartılan 2029 sayılı yasa çerçevesinde, su kaynaklarının özel bir şirkete devri söz konusu olmuştur. Su, bir defa piyasa koşullarına açıldıktan sonra,  yurttaşların – yağmur suyunun biriktirilmesi dâhil – başka türlü su temin etmesi yasaklanmıştır. Diğer deyişle, yağmur suyu dahi özelleştirilmiştir. Ayrıca, yapılan sözleşmelerde, şirketlere her sene yatırımlarının belli bir oranında (bu örnekte %16) “kâr” garantisi verilmiş, bu nedenle de sürekli olarak suya zam uygulanmıştır. Bu sürecin sonunda ise faturalarda %300’lere varan fiyat artışları söz konusu olmuştur[56]. Arjantin, Gana, Nikaragua gibi ülkelerde de benzer süreçler yaşanmış, fiyat artışlarının bebek ölümlerindeki artışı etkilediği tespit edilmiştir[57].

Anılan örneklerden hareketle suyun ücretsiz olması gerekliliği üç temel nedene dayandırılabilir. Öncelikle su ikame edilemez ve yoksunluğu durumunda; yaşam, sağlık, çevre, eğitim başta olmak üzere, birçok ağır hak ihlalinin önünü açabilecek bir maddedir. Keza suyun kültürel ve dinsel anlamı da dikkate alındığında özgün bir konum taşıdığı açıktır. İkinci olarak su doğal bir mineraldir. Dünya gezegenindeki yaşamın varlığını da sağlayan su, birçok başka gereksinimin aksine; tabiatı gereği,  özel bir üretim sürecinden geçmemektedir. Yani su, ek olarak karşılanamayacak ağırlıkta bir maliyet getirmemektedir. Üçüncü olarak, insanın ihtiyaç duyduğu birçok gereksinim vardır ve bu gereksinimler – eğer kişinin kendisi bunu karşılayamıyorsa – kamu hizmeti olarak karşılanmalı ve bedelini ödeyemeyenler açısından evleviyetle tedarik edilmelidir. Nitekim sosyal devlet ilkesinin ve sosyal hakların temel anlamı budur. Anılan yaklaşımın geçerli olması ihtimalinde, hâlihazırda birçok Avrupa (özellikle Kuzey Avrupa) ülkesindeki işsizlik ödeneği, toplu konut, parasız sağlık ve parasız eğitim vb. hizmetinin ortadan kalkması gerekecektir. Böyle bir yaklaşımın zaten var olan eşitsizliği daha da derinleştirmekten başka bir anlamı yoktur. Sosyal devlet ilkesi, en minimal tanımlamayla, yukarıdaki eleştirinin tersini ifade edecek biçimde, gelir farklılığını azaltmak ve herkese asgari düzeyde (daha fazlası da mümkündür) insan onuruna yaraşan bir hayat temin etme yükümlülüğü anlamına gelmektedir[58]. Dolayısıyla suyun ücretsiz olması yönündeki talep, hukuksal dayanaktan yoksun bir ütopya olmadığı gibi, yukarıda değindiğimiz üzere her hakkın belirli bir mücadele sürecinin sonucu olduğu gerçeği çerçevesinde ve mevcut mücadele süreci de dikkate alındığında, tutarlılığı/gerçekliği olan, sosyal bir istemdir. Dünyadaki su kullanımının %20’sinin endüstriyel,  %74’ünün zirai ve fakat sadece %6’sının ev içi kullanımlardan oluştuğu dikkate alındığında ilk aşamada ev içi kullanımın ücretsiz olması gerekliliği çok rahatlıkla savunulabilir[59].

15 no’lu genel yorumdaki “bir kimsenin su için bedel ödeyememesinden kaynaklanması halinde, kişilerin ödeyebilme kapasitesi dikkate alınmalıdır. Bir kimse hiçbir şekilde ihtiyacı olan asgari su miktarından mahrum bırakılmamalıdır[60]”biçimindeki ifadeden hareketle suyun ücretsiz olarak teminin mümkün olduğu çıkarımı yapılabilir[61]. Genel Yorum’daki “su ve suyla ilgili olanaklar ve hizmetlerin bedelleri herkes tarafından ödenebilir olmalı”  tespiti de bu çıkarımı destekler. Hatta Genel Yorum’da suyun, sadece ekonomik bir değer olarak değil, sosyal ve kültürel bir değer olarak ele alınması gerektiği de açıkça vurgulanmış, sözleşmedeki diğer haklarının hayata geçirilmesinde ödünler verilmesine veya hakların hayata geçirilmesinin tehlikeye düşürülmesine yol açmaması gerektiği kaydedilmiştir. Ayrıca Genel Yorum’da hakkaniyet ilkesinin “daha yoksul hane halkının, daha zengin hane halkıyla karşılaştırıldığında su masrafları altında ölçüsüzce ezilmemesi” anlamına geldiğine dikkat çekilmiş ve özellikle suyun bedelinin ödenebilir olması için “bedelsiz veya düşük bedelli su gibi uygun fiyatlandırma politikalarının” uygulanmasının gerektiği salık verilmiştir[62].

Son olarak, suyun ücretsiz olabileceğine yönelik bir göndermenin bulunduğu BM Genel Yorumunda ticaretin liberalleşmesine karşı bir takım kayıtların bulunması da dikkat çekicidir. Buna göre, “ticaretin liberalleşmesi ile ilgili antlaşmalar bu ülkenin su hakkının tam anlamıyla hayata geçirme kapasitesini azaltacak veya kapasitesine engel olacak nitelikte olmamalıdır[63].”

cc. Ayrımcılık Yapmama: Ayrımcılığın öncelikli mağdurları, dışlanmışlardır. Bu dışlanmışlık biçimi ekonomik, sınıfsal, cinsel, dinsel, yaşsal, kültürel vs. olabilir. Hangi sebeple olursa olsun ayrımcılık mağdurları, özel olarak güvence altına alınmak durumundadır. Çünkü bir kişi, hangi sebeple olursa olsun bir defa ayrımcılık mağduru olduktan sonra, o aşamadan sonra da artık müstakbel ayrımcılıkların potansiyel mağdurudur[64]. Dolayısıyla hakkın güvence altına alınmasında bu gerçek dikkate alınmalıdır.

Ayrımcılık yasağı ilkesinin bütünleyici parçasını eşitlik ilkesi oluşturmaktadır. Bu açıdan, ayrımcılıkla eşitsizlik arasında diyalektik bir bağ bulunmaktadır. Hal böyle olunca; suya erişimde ayrım yapılmaması, diğer deyişle eşitliğin sağlanması gerekmektedir. Su hakkı ile bağlantılı eşitsizlik, yaygın biçimde farklı sınıfsal/ekonomik konumlardan kaynaklanmaktadır. Bugün birçok ülkede yatırımların orantısız biçimde, genellikle nüfusun küçük, imtiyazlı bir kesiminin yararlanabileceği biçimde yapıldığı gözlemlenmektedir. Öyle ki, su miktarına ilişkin bir sorunun ortaya çıkması durumunda,  öncelikle varoş mahallelerde “su kesintisi” gerçekleştirildiği bilinmektedir. İşte suya erişimin içeriğinde yer alan ayrım yapmama ilkesi, bu uygulamalara karşı bir güvence oluşturmaktadır[65].

Ayrım yapmama ilkesi, sadece ekonomik açıdan değil, diğer eşitsizlik kategorileri için de geçerlidir. Nitekim 15 no’lu genel yorumda da ifade edildiği üzere; “Sözleşme, ırk, renk, cinsiyet, yaş, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum, fiziksel veya zihinsel engellilik, sağlık sorunları (HIV/AIDS dâhil olmak üzere), cinsel tercih veya medeni, siyasi, sosyal ya da başka bir statüye dayalı olarak gerçekleştirilen, su hakkından herkesin eşit şekilde kullanılmasını ortadan kaldıracak veya zedeleyici etki ya da amaca sahip her türlü ayrımcılığı yasaklamaktadır[66].”

Son olarak 15 no’lu genel yorumda, su ve suyla ilgili olanak ve hizmetlerde toplumun en riskli ve toplum dışına itilmiş kesimlerine dikkat çekilerek, taraf Devletlerin özellikle belli özneler açısından ayrımcılığı engelleme yükümlülüklerinin bulunduğuna dikkate çekilmiştir[67]. (Bu öznelere aşağıda değinilecektir).

dd. Bilgiye Erişim: Erişebilirliğin içeriğinde bilgiye erişebilme imkânının da yer aldığını söylemek gerekiyor. Bireysel bilgilenme hakkı, demokratik saydam yönetimin unsurları arasında önde yer alanlardan birisidir[68].  Söz konusu saydamlık, katılımcılığı da zorunlu kılmaktadır. Demokratik bir devlette, devleti oluşturan insan unsurunun sahip olduğu egemenlik yetkisi, kural koyma (yasama), bu kuralı uygulama (yürütme) ve denetleme (yargı) yetkisini içerir. Şeffaflık, egemenlik yetkisini vekâleten kullananların işlem ve eylemlerini yetkinin gerçek sahiplerinden saklamaması anlamına gelir.

Bireylerin ve grupların su hakkının kullanılmasını etkileyecek pratiklere ilişkin karar verme süreçlerine katılmaları veya bunlar hakkında şeffaf biçimde bilgi sahibi olmaları, devletlerin suyla ilgili stratejileri ve eylem planlarının oluşturulması ve uygulanmasının ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Demokrasinin vazgeçilmezlerinden olan katılımcılık ve şeffaflık, suya erişim açısından da mevcuttur. Yani erişebilirlik, suyla ilgili konularda bilgi talep etme, bilgi alma ve vermeyi de kapsamaktadır.

V. Su hakkının anayasal düzeyde güvence altına alınması örnekleri

Bir hakkın anayasal bir düzenlemeyle tanınması, söz konusu hakka varlık kazandırmanın yanında, ondan bireylerin de yararlanabileceğinin bildirilmesi[69] ve daha önemlisi yasama organını anayasaya uygun olarak sosyal hakkın gerçekleştirilmesi niteliğinde işlemlerde bulunmak konusunda yükümlü kılmasıanlamına gelecektir[70].

Su hakkının anayasalarda düzenlenmesi yönündeki yeniliğin, suyun güvencesiz biçimde özelleştirilmesi süreci ve bunun yol açtığı olumsuz tecrübelerden sonra, 90’lı yıllardan itibaren söz konusu olduğu görülmektedir.

Suyu bir insan hakkı olarak düzenleyen anayasalar şunlardır: 1900 yılında kabul edilen Avustralya Anayasası (md.100), 2008 yılında kabul edilen Bolivya Anayasası (md.20), 2008 yılında kabul edilen Ekvador Anayasası (md.12, 411 ve 412), 1996 yılında kabul edilen Eritre Anayasası (md.10), 1994 yılında kabul edilen Etiyopya Anayasası (md.90), 1996 yılında kabul edilen Gambiya Anayasası (md.216), 1985 yılında kabul edilen Guatemala Anayasası (md.127, 128), 1980 yılında kabul edilen Guyana Anayasası (md.36), 1996 yılında kabul edilen Güney Afrika Anayasası (md.27), 1999 yılında kabul edilen İsviçre Anayasası (md.76), 1993 yılında kabul edilen Kamboçya Anayasası (md.59), 1991 yılında kabul edilen Kolombiya Anayasası (md.49, 334, 365, 366, 367, 368.) 2006 yılında kabul edilen Kongo Anayasası (md.48), 1991 yılında kabul edilen Laos Anayasası (md.17), 1999 yılında kabul edilen Meksika Anayasası (md.27), 1999 yılında kabul edilen Nijerya Anayasası (md.20), 1987 yılında kabul edilen Nikaragua Anayasası (md.89, 105), 1994 tarihinde kabul edilen Panama Anayasası (md.114,256), 1976 yılında kabul edilen Portekiz Anayasası (md.81) 1995 yılında kabul edilen Uganda Anayasası (Başlangıç ve md.14) , 1967 yılında kabul edilen Uruguay Anayasası (md.47), 1999 yılında kabul edilen Venezüella Anayasası (md.127, 178), 1996 yılında kabul edilen Zambiya Anayasası (md.112)[71].

Anılan anayasalara ilişkin olarak şu tespitlerde bulunulabilir. Öncelikle, su konusu genellikle 90’lı yıllardan sonraki anayasalara veya bu dönemde yapılan değişikliklere konu edilmiştir[72]. Bu ülkelerin büyük bir çoğunluğu güney yarımkürede bulunsa da Avrupa devletlerinde de bazı örneklere rastlanmaktadır. Örneğin 1976 tarihli Portekiz Anayasası’nın 81‘inci maddesinde devletin ekonomik ve sosyal alandaki yükümlülükleri arasında,başkaları ile birlikte“(…) (n) su kaynaklarını kullanan, planlayan ve akılcı biçimde yöneten bir ulusal su politikası kabul etmenin” de bulunduğu ifade edilmiştir[73].

Yine 1999 yılında kabul edilen İsviçre Anayasası’nın 76’ıncı maddesi münhasıran suya ayrılmıştır. “Su” başlıklı bu maddede;

“(1) Konfederasyon, yetki alanı dâhilindeki su kaynaklarının ekonomik kullanımı ve korunmasını güvence altına alır ve suyun zararlı etkilerine karşı koruma sağlar. (2) Su kaynaklarının korunması ve işletilmesi, enerji üretimi ve serinletme amacı ve su dolaşımını etkileyen önlemler için kullanımı hakkındaki ilkeler düzenlenir. (3) Suyun korunması, uygun atık akışının güvence altına alınması, hidrolik mühendislik ve barajların güvenliği ile yağışı etkileyen önlemler hakkında yasa çıkartılır. (4) Kantonlar su kaynaklarını yönetirler ve federal yasalar tarafından uygulanan sınırlara bağlı olarak su kullanımı için harçlar alırlar. Konfederasyon, ücrete tâbi olarak taşıma faaliyeti için suyu kullanma hakkına sahiptir (…)”hükmü yer almaktadır. Belirtmek gerekir ki, İsviçre’de su hakkının anayasallığı 1999 Anayasası ile gerçekleşmemiştir. Daha önce de, 1874 Anayasasında su konusunun düzenlenmiş olduğu gözlemlenmektedir. Hatta 1999 Anayasasının 76’ıncı maddesinin, 1874 Anayasasının “24 bis” maddesinden esinlenerek hazırlandığı söylenebilir[74]. 1999 metnin 1874 metnindeki “24 bis” maddesinden etkilenmesi doğaldır, çünkü suyun anayasal bir hüküm olarak düzenlenişinde “halkın yasa teklifi” denen yarı-doğrudan demokrasi aracı etkili olmuştur. 1984 yılındaki doğrudan su hakkı ile ilgili “Suyumuzu korumak için” ve 1987 yılındaki özellikle çevre hakkı bağlantılı olarak “Rothenthurm” halk girişimlerinin (yasa tekliflerinin), 1991 yılındaki “suyun korunması hakkında federal yasanın” kabul edilişi sürecinde ve bir konsensüsün oluşmasında çok önemli etkide bulunduğu bilinmektedir[75]. Bu bağlamda, bir hakkın tanınmasında “mücadele” faktörünün önemi açısından, İsviçre olumlu bir örnek teşkil etmektedir.

Ancak bununla birlikte, söz konusu mücadelenin sona erdiğini söylemek de mümkün değildir. Konu hakkında tartışmalar devam etmektedir. Öyle ki Avrupa’da bu tartışma kamuoyu arasında süregelmekle birlikte, yavaş yavaş parlamentoların çatısı altında da ifade edilmektedir. Çok yakın bir tarihte Belçika Senatosu’nda, Belçika Anayasası’nın ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin 23’inci maddesinde bir değişiklik teklifi hazırlanmıştır[76]. Teklife göre, “Herkesin insan onuruna yaraşır bir hayatı idame ettirme hakkının bulunduğunun” ifade edildiği ve bu amaca ulaşmak için bir takım haklar sıralandığı bu maddeye[77], “yeterli kalite ve miktarda uygun su kaynağı hakkının” da eklenmesi gerekmektedir. Değişiklik girişiminde suyun, temizlik ve sağlık için zorunlu bir element olduğu ve suya eşit ulaşımın güvence altına alınması için kamusal yönetiminin bir zorunluluk olduğu” dikkate alınarak, “her insanın, insan onuruna uyan bir yaşamı idame ettirmek için yeterli miktar ve kalitede suya erişimini güvence altına alınmasının kolektif bir sorumluluk olduğu” savunulmuştur. Ayrıca tasarıda “su hakkının anayasada tanınmasının, bu hakkın somutlaşmasında önemli bir adım olduğu da ifade edilmiştir[78].

Değişiklik teklifinin gerekçesinde, suyun kamusal niteliğine ilişkin vurgu dikkat çekicidir. Su hakkının gerçekleşmesinde kamusallık vurgusu, Atlantik’in öteki yakasına geçildiğinde daha belirgin olarak ön plana çıkmaktadır. Bolivya ve Uruguay Anayasaları bu anlamda önemli örneklerdir. Uruguay hükümetinin 2002 yılında Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı antlaşma neticesinde imzalamış olduğu niyet mektubuna ve suyun özelleştirilmesine karşı bir tepkinin ürünü olarak kurulan “Suyun ve Hayatın Savunması için Ulusal Komisyon” (CNDAV) isimli sivil örgütlenmenin yaptığı kampanyanın sonunda halk inisiyatifi yoluyla yasa teklifi hazırlanmış ve bu teklif halkın %62,75’sinin oyuyla yürürlük kazanmıştır[79]. Halkın oyladığı metin şu şekildedir:

“Su yaşam için temel doğa kaynağıdır. Güvenli suya ve temizliğe erişim temel bir insan hakkıdır.

1-) Su ve temizlik için ulusal su politikası şu esaslara dayanacaktır: (a-) ülkesel kullanım, muhafaza etme, çevresel koruma ve doğayı yenileme planları yapılacaktır, (b-) hidrolojik dolaşım, su kaynakları ve gelecek kuşaklar ile dayanışma içinde sürdürülebilir yönetim ve kamu yararı gözetilerek korunacaktır, (c-) yerleşim yerlerinin içme suyuna öncelik verilerek,  bölgesel su kullanımlarının öncelikleri saptanacaktır, (d-) içme suyu ve temizlik (sanitasyon) hizmetlerinde, sosyal düzenin gereklilikleri ekonomik düzene göre ön planda tutulacaktır.

Yukarıdaki hükümleri herhangi bir biçimde ihlale uğratacak her karar, imtiyaz ya da izin, geçersiz sayılacaktır.

2) Yağmur suları istisna olmak üzere, bütün yer altı suları ve yer üstü sular da (hidrolojik sisteme dâhil olanlar) tek bir kaynak olarak ele alınır ve kamu yararına uygun olarak, devletin kamusal hidrolojik mülkiyetine tâbidir.

3) İnsan kullanımına yönelik, kamusal hıfzıssıhha ve su sistemleri, münhasıran kamu tüzel kişilikleri tarafından yönetilir.

4) Başka bir ülkenin kaynaklarından yoksun kalması halinde veya dayanışma amacıyla, her bir meclisin üye sayısının beşte üçü tarafından kabul edilecek bir yasa ile, bu ülkenin su kaynaklarından yararlanabileceği kararlaştırılabilir.”

Anılan düzenlemenin 4’üncü fıkrasına görülen enternasyonalizm, bu hakkın evrensel niteliği açısından son derece önemlidir. Uruguay’daki halk inisiyatifi ve içerdiği enternasyonal ruh, diğer Latin Amerika ülkelerindeki kamuoyunu da etkilemiştir[80]. Bu bağlamda 2008 yılında halkoylaması ile kabul edilen yeni Ekvador anayasasında su hakkı düzenlenirken suyun kamusallığına vurgu yapılmıştır. Klasik liberal anayasaların aksine sosyal haklara öncelik veren yeni Ekvator Anayasası’nda, ilk olarak “su ve besin hakkı” (md.12) düzenlenmiştir:

Bir insan hakkı olarak su temel ve öncelikli bir haktır. Yaşam için elden çıkartılamaz, feshedilemez, el konulamaz temel bir değer olan su, kamunun kullanımına yönelik stratejik bir ulusal servettir[81].

Bu düzenlemenin yanı sıra Ekvator Anayasası’nda ayrıca “iyi yaşam kuralları” başlıklı yedinci bölümünün altıncı kısmı “su” konusuna ayrılmıştır. Bu kısımda da, iki ayrı maddede devletin yeterli miktar ve kalitede suyu tedarik edilebilmesi için su kaynaklarının ekosistem ve çevre ile uyumlu olarak korunması, yenileme ve sürdürülebilirliğinin sağlanması ödevinden bahsedilmiş (md.411); ve bunun gerçekleşmesi için devletin çevreci bir yönetim sağlayarak planlama-düzenleme yapma ve kontrol etme sorumluluğu ortaya konulmuştur (md.412).

Anayasal ve kamusal su hakkı mücadelesinin son halkasını ise Bolivya Anayasası oluşturmaktadır[82]. 2008 yılında yapılan referandum sonrası 2009 yılında yürürlüğe giren çiçeği burnunda “Çoğul-milletli Bolivya Devleti Anayasası’nın”[83] 20’inci maddesi şu şekildedir:

“(1) Herkes evrensel nitelikteki içilebilir su (…) hizmetlerine eşit olarak sahiptir. (2) (…) Hizmet koşulları, katılımcılık ve sosyal denetim ile birlikte, evrensellik, hesap-verebilirlik, ulaşılabilirlik, süreklilik, kalite, etkililik, etkinlik, adalet ve güvenceli olma kriterlerini taşımak zorundadır. (3) Su ve temizliğe ulaşma bir insan hakkıdır, imtiyaz veya özelleştirme konusu olamaz ve kanuna göre ruhsat ve kayıt rejimine tâbidir.” (a.b.ç.)

Su hakkına ilişkin yukarıdaki anayasaların isminin anılmış olması, su hakkının sadece bu ülkelerde tanındığı anlamına gelmemelidir. Aşağıda da yineleneceği üzere, su hakkı birçok ülkede çevre, sağlık ve diğer sosyal haklarla birlikte yorumlanmak üzere yaşam hakkının bir parçası olarak içtihatlar yoluyla da tanınmaktadır. Diğer taraftan anayasaların dışında da birçok ülkede yasa düzeyinde su hakkına ilişkin düzenlemelere rastlanmakta, Belçika, İspanya, Finlandiya, İsveç, Rusya Ukrayna gibi ülkelerde su hakkının yasal olarak güvence altına alındığı görülmektedir[84]. Yine Azerbaycan, Meksika ve Yunanistan devletleri, yasama organlarını ve siyasalarını (policy) su kaynaklarının korunmasına yönelik olarak vasıflandırmıştır[85].

Sonuç

İnsan hakları da tıpkı doğa gibi evrensel, bütünsel ve evrimsel nitelik taşımaktadır. Değişen koşullara göre değişen hak talepleri ortaya çıkmakta, çelişkiler keskinleştikçe hak mücadeleleri güç kazanmakta ve bu mücadeleler başarılı oldukça insan hakları daha da gelişmektedir. Unutmamalıyız ki bugün sahip olduğumuz insan hakları güvenceleri, totalitarizm ve özgürlük, ayrımcılık ve eşitlik arasındaki çelişkiler ve bu çelişkilerin bünyesinde süregelmiş mücadelelerin ürünüdür.

Su hakkı mücadelesi de sermayenin iç çelişkileri, buna bağlı olarak da insan ve doğa arasındaki çelişkinin tam ortasında bir yerde durmaktadır. Üstelik bu çelişki, geçmişteki gibi “barbarlık” ve “başka dünya” şeklindeki ikileme değil, dünyanın “var” olması veya “yok” olması şeklinde çok daha radikal bir yol ayrımına denk düşmektedir.

Bu yol ayrımında, gezegenin korunması ve insanların insan olarak kalabilmeleri için su hakkı konusunda bir takım adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu adımlar uluslararası düzeyde olduğu gibi, anayasal düzeyde de gerçekleşmektedir. Suyun metalaştırıldığı ve buna bağlı geri dönülemez bir tahribat başladığı bir dönemde su hakkının anayasal güvenceye kavuşması ve buna bağlı olarak su yasasının düzenlenmesi kritik önem taşımaktadır.

Bu nedenle iktidarların gezegenin korunması ve sosyal adaletin gerçekleşmesi için mücadele eden su hakkı aktivistlerinin sözlerine kulak kabartması, dünyadaki gelişmelerden haberdar olması gerekmektedir. Elinizde tuttuğunuz çalışma bu sözlerden biridir.

 

Sonraki sayfa:  Su Kanunu Tasarısı Değerlendirme ve Öneriler – Birinci Bölüm

 

Son notlar

[1] Bu bilgilendirme notunda, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Tolga Şirin tarafından Marmara Üniversitesi Hukuk Araştırmaları Dergisi’nde yazılan “Suyun İnsan Hakları Olarak Değeri” çalışmasından yararlanılmıştır.

[2] World Health Organization, Right to Water: Health and human rights publication series; no. 3.,  France: Publications of World Health Organization, 2003, s.7.

[3] Melina Williams, “Privatization and the Human Right to Water: Challenges for the New Century”,Michigan Journal of International Law, Vol. 28, ss.470

[4] Eral Topçu, “Bir İnsan Hakkı Olarak Su Hakkı”, İnsan Hakları Yıllığı, C.26, 2008, ss. 20-21.

[5] Ibid.

[6] Yasemin Özdek, İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı, Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 1993, s.71. ve oradaki atıflar.

[7] Topçu, op.cit., s.22.

[8] http://www.toodoc.com/su-temini-ebook.html (07.03.2010)

[9] Mae V. Buenaventura, “Women and Water Privatization”,

http://www.citizen.org/cmep/article_redirect.cfm?ID=12035#_ftn8 oradaki atıflar.

[10] Bundan sonra KKHTS olarak anılacaktır. Metin için bkz. “Mevzuat Listesi”,  Osman Doğru (Ed.), Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnsan Hakları Projesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İçtihatları, http://ihami.anadolu.edu.tr/ (02.04.2010)

[11] Metin için bkz. Ibid.

[12] Resmi Gazete, 14.10.1985, S.18898.

[13] Resmi Gazete, 27.01.1995, S.22184.

[14] “The United Nations Principles for Older Persons”, http://www.unescap.org/ageing/res/principl.htm

[15] Topçu, op.cit., s.22.

[16] http://www.unep.org/Documents.Multilingual/Default.asp?DocumentID=52&ArticleID=66&l=en

(08.03.2010) Gündem 21 ve sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin bir eleştiri için bkz. Shiv Visvanathan, “Mrs Brundtland’s Discenchanted Cosmos”, in Gearóid Ó Tuathail,Simon Dalby, Paul Routledge (eds.), The Geopolitics Reader, London: Roudledge, 1992, ss.230-242.

[17] Bkz. Dublin İlkeleri, ilke 2, op.cit.; Topçu, op.cit., s.23.

[18] http://www.unece.org/env/documents/2000/wat/mp.wat.2000.1.e.pdf(08.03.2010)

[19] http://www.un.org/millennium/declaration/ares552e.htm(08.03.2010)

[20] Kalkınma hakkına ilişkin olarak bkz. http://www.un.org/documents/ga/res/41/a41r128.htm (08.03.2010) Suyun kalkınma hakkı olarak ele alınışı için bkz. Parmar, op.cit.,  ss.55-57.

[21] http://www.worldsummit2002.org/(08.03.2010)

[22] https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=231615&BackColorInternet=DBDCF2&BackColorI(08.03.2010)

Su hakkına ilişkin paragrafta (par.5) İHEB, BM ESHS ve yukarıda anılan Londra Protokolüne atıf yapıldığını kaydedelim.

[23] Ibid.,  par. 19.

[24] http://www.unesco.org/water/wwap/case_studies/senegal_river/senegal_river.pdf(08.03.2010)

[25] Fitzmaurice, op. cit., s.545.

[26] McCaffrey, “The Human Right to Water”, s.101.

[27] “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.”

[28] McCaffrey, “A Human Right to Water: Domestic and International Implications”, s.7.

[29] Gleick, op. cit., s.491.

[30] Ibid., 294-495.; Günlük kullanım biçimleri için bkz. World Health Organization, Right to Water, s.16 vd.

[31] Gleick, op. cit.,  s.491.

[32] Ibid., ss.10-11, Fritzmauce, op. cit., s.591.

[33]http://www.unhchr.ch/tbs/doc.nsf/0/84ab9690ccd81fc7c12563ed0046fae3 (08.02.2010)

Türkçe metin için bkz. Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları:  İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi,1981-2006, Lema Uyar (der. ve çev.), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s.11, par.5.

[34] Bu konuda bkz. aşa dipnot 190 civarı.

[35] 15 no’lu Genel Yorum, par.3.

[36] 15 no’lu genel yorum için bkz.

http://www.unhchr.ch/tbs/doc.nsf/0/a5458d1d1bbd713fc1256cc400389e94?Opendocument (15.03.2010)

İnsan Hakları Komitesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin genel yorumlarının Türkçe metni için bkz. Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları:  İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi,1981-2006, Lema Uyar (der. ve çev.), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006. Bu makalede anılan kitap esas alınmıştır. Bununla birlikte İnsan Hakları Ortak Projesi’nin (İHOP) derlemeleri için bkz.  http://www.ihopdusunceozgurlugu.org/ (15.03.2010)

[37] 15 no’lu genel yorumun hazırlanma sürecine ilişkin olarak bkz. Tully, op.cit., ss.36-38.

[38] 15 no’lu Genel Yorum, par. 3.

[39] 15 no’lu Genel Yorum, par. 2.

[40] Bu tanımlama daha sonra 2006 yılında kabul edilen İçme suyu ve sanitasyon hakkının gerçekleştirilmesi için kılavuz taslağında da kullanılmıştır. Vandenhole ve Wielders, op.cit., s.396 ve oradaki atıflar.

[41] 15 no’lu Genel Yorum, par.10.

[42] 15 no’lu Genel Yorum, par.12.

[43] Cahill, op. cit., s.400.

[44] Glecik, op. cit., s.8.; Topçu, op. cit., s.37.

[45] M. Franco, “Statement Day of General Discussion on the Draft General Comment on the Right of Water”, UNCESCR 29th Session, Geneva, Food First Information and Action Network (FIAN), s.??. Aktaran: Eral Topçu, op. cit., s.36.

[46] Howard ve Bertram, op. cit., s.27., Topçu, Ibid.

[47] Suyun nasıl kullanıldığı konusunda bkz. World Health Organization, Right to Water, s.12 vd..; Topçu, Ibid.

[48] 15 no’lu genel yorum, par.12.

[49] Vandenhole ve Wielders, op.cit., s.398.

[50] 15 no’lu Genel Yorum, par.12.

[51] Guy Horward ve Jamie Bartram, Domestic Water Quantity, Service Level and Health, Geneva: WHO., 2003, s.22. http://www.who.int/water_sanitation_health/diseases/WSH03.02.pdf (01.03.2010); Topçu, op. cit., s.36.

[52] Tully, op.cit., s.53 ve oradaki atıflar.

[53]http://suplatformu.net/index.php?option=com_content&task=view&id=149&Itemid=1 (01.03.2010)

[54] Vandenhole ve Wielders, op.cit., s.415-416.

[55] Ibid., s.416-417.

[56] Oscar Olivera ve Tom Lewis, Cochabamba: Water War  in Bolivia, Cambridge: South End Press , 2004, ss.8-10.; Williams, op.cit., s.497.

[57] Bu konuda bkz. Sebastian Galiani, Paul Gertler ve Ernesto Schargrodsky, “Water for Life: The Impact of the Privatization of Water Services on Child Mortality”, Journal of Political Economy, Vol. 113, 2005, ss.83-120.

[58] Özbudun, op.cit., s.132.

[59] Tully, op.cit., s.57.

[60] 15 no’lu Genel Yorum, par. 56.

[61] Bluemel, op.cit, s.974.

[62] 15 no’lu Genel Yorum, par. 27.

[63] 15 no’lu Genel Yorum, par. 35.

[64] Baskın Oran bu durumu tıptaki “once cesarean, always cesarean” (Bir kere sezeryan olan  hep sezeryan olur) ilkesine benzetmektedir. Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Teori, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, İstanbul: İletişim Yayınları, 2004, s.33.

[65] 15 no’lu Genel Yorum, par. 14.

[66] 15 no’lu Genel Yorum, par. 13.

[67] 15 no’lu Genel Yorum, par. 37.

[68] Ahmet İyimaya, “Bilgi Edinme ve Verilere Ulaşma Özgürlüğü”, Ankara Barosu Dergisi, 2003, S.1, s.43.

[69] Algan, op. cit., s.96.

[70] Bülent Tanör, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, İstanbul: May Yayınları, 1978, s.359.

[71] Diğer metinlerle beraber, (eksikler bulunmakla birlikte) su hakkına ilişkin anayasal düzenlemelerin bulunduğu bir derleme için bkz. Scanlon, Cassar  ve Nemes, op.cit., ss.35-53.

Ayrıca bkz. http://www.worldwaterday.org/wwday/2001/thematic/hrannex.html (08.03.2010)

Dünyadaki mevcut anayasaların metinlerinin derlendiği çalışmalar için bkz.

http://www.oup.com/online/us/law/oceanalaw/?view=usa#ccwo, http://confinder.richmond.edu/

http://www.servat.unibe.ch/icl/http://pdba.georgetown.edu/Constitutions/constudies.html (08.03.2010)

Anılan anayasaların Almanca, İngilizce ve İspanyolca metinlerinden yararlanılmıştır. İspanyolca metinlerin tercümesinde Nazım Sinan Odabaşı’na yardımları için teşekkür ederim.

[72] Su hakkından çok Devletin suya yaklaşımının düzenlendiği Avustralya Anayasası istisnadır

[73] Metnin ilk halinde bu düzenlemenin bulunmadığını kaydedelim.

http://www.tribunalconstitucional.pt/tc/conteudo/files/constituicaoingles.pdf(08.03.2010)

[74] Ancak 24bis maddesi yeni metinden, devletin suyun korunması ve işletilmesine yönelik olarak “özellikle içme suyu ve yer altı sularının zenginleştirilmesi” vurgusu ile farklılaşmaktadır.

[75] İsviçre’de su hakkının evrimine ilişkin kapsamlı bir inceleme için bkz. Corine Mauch-Emmanuel Reynard, The Evolution of the National Water Regime in Switzerland, Lausanne: Institut de Hautes Études en Administration Publique-European Water Regimes and the Notion of a Sustainable Status Project, 2002. Bkz. http://www.euwareness.nl/results/Swits-cs-kaft.pdf(10.03.2010)

[76] 2008 yılında hazırlanan değişiklik teklifi hakkında bilgi için bkz. Chiara Armeni, The Right to Water in Belgium, Geneva: International Environmental Law Centre-International Environment House, 2008., özellikle s.6 ve oradaki atıflar.

[77] Anılan haklar şunlardır: (1) Çalışma ve serbestçe meslek seçme hakkı (2) Sağlık, sosyal, tıbbi ve hukuki yardım için sosyal güvenlik hakkı (3) Saygın barınma hakkı (4) Sağlıklı bir çevrenin korunması hakkı (5) Kültürel ve sosyal edim hakkı.

[78] Metnin akıbeti ve Belçika hukukunda su hakkına ilişkin yasal düzenlemeler için bkz. Armeni, op.cit.

[79] http://www.foei.org/en/what-we-do/water-privatization/grassroots-highlights/uruguay.html (10.03.2010)

http://upsidedownworld.org/main/colombia-archives-61/1885-colombians-build-support-for-a-constitutional-referendum-for-water- (08.03.2010)

[80] Latin Amerika’da Uruguay ile başlayan su hakkı mücadelesi, Ekvator, Bolivya ve yakın zamanda Kolombiya’da 2 milyondan fazla yurttaşın imzasına dayanan bir kampanya ile devam etmiştir.

http://www.waterjustice.org/uploads/attachments/Colombias-Constitutional-Reform.pdf (10.03.2010)

[81] http://pdba.georgetown.edu/Constitutions/Ecuador/ecuador08.html#mozTocId288188 (10.03.2010)

[82] Bolivya’daki su sorunu ve mücadelesi için bkz. Williams, op.cit, ss.492-504.

[83] Constitution of the Plurinational State of Bolivia (Bolivian Constitution) Francisco Valle V. (çev.), Amazon Digital Services, 2009.

[84] Ancak bu çalışmada insan haklarının ulusal düzeyde çerçeveleyen anayasalara sınırlı kalındığı içini yasal düzenlemelere yer verilmedi. Çeşitli Avrupa ülkelerinde su hakkının ele alındığı ortak bir çalışma için bkz. http://www.euwareness.nl/results/ (08.03.2010) Ayrıca bkz. Ingrid Kissling-Näf ve Stefan Kuks (eds.), The Evolution of National Water Regimes in Europe: Transitions in Water Rights and Water Policies, London:Springer Publication, 2005.

[85] Tully, Stephen Tully, “A Human Right To Access Water? A Critique of General Comment No.15”, Netherlands Quarterly of Human Rights, Vol. 23/1, 2005, s.44.

 

 

alternatif-su-kanunu-tasarisi-665