Çin’in su krizi

Kaynak: Didem Eryar Ünlü, Dünya, 27 Mayıs 2015

çin suÇin’de üretim yapılan toprakların beşte biri, mahsul veremeyecek derecede zarar görmüş durumda. Su kaynaklarının yüzde 60’ı insanlar tarafından kullanılamaz derece kirlendi. Hava kirliliği ise öngörülen güvenli seviyenin 20 katından fazla.

Ma Chun, Çin’in önde gelen çevre aktivistlerinden birisi. Chun’un ilk kitabı olan “Çin’in Su Krizi”, ülkenin çevre krizi konusunda bilinçlenmesinin en önemli işaretlerinden biri olarak değerlendirildi. Chun yaklaşık 20 yıldır çevre krizi konusunda Çin halkını bilinçlendirmek için çaba sarf ediyor. Çin’de yaşanan hızlı ve kontrolsüz endüstriyel büyüme hava kirliliğini kronik bir soruna dönüştürdü. Son yıllarda ise, devlet tarafından yayınlanan raporlar, çevre krizinin artık yadsınamaz bir boyuta ulaştığını ortaya koyuyor. Raporların ortaya koyduğu veriler, Ma ve diğer çevrecilerin en büyük endişesini kanıtlar nitelikte: Çin’de üretim yapılan toprakların beşte biri, mahsul veremeyecek derecede zarar görmüş durumda. Su kaynaklarının yüzde 60’ı insanlar tarafından kullanılamaz derece kirlendi. Hava kirliliği ise, öngörülen güvenli seviyenin 20 katından fazla.

Tabi ki doğaya verilmiş olan bu zararın insanlar üzerinde yaratacağı olumsuz etki de çok büyük. Toprakların zarar görmüş olması, gıda üretimini imkânsızlaştırıyor. Özellikle pirincin ağır metallerle zehirlenmiş olduğu en büyük endişeler arasında. 450’den fazla köy bu duruma maruz kalmış bir şekilde yaşamını sürdürüyor. Yanlış kullanılan kimyasal maddeler, toplumların sağlığını kaybetmesine yol açıyor. Normal kilonun altındaki bebeklerin sayısı, akciğer kanseri vakaları hızla artıyor.

Protestoların en büyük nedeni çevresel konular

Tüm bu yaşananların bir sonucu olarak, bugün Çin’de meydana gelen protestoların en büyük nedeni de çevresel konular. Doğanın zarar görmesi, toprak kaybı olduğu kadar, iş kaybına da neden oluyor.

“Ne pahasına olursa olsun büyüme” döneminin sonuna gelindiğine işaret eden Ma, “Son 35 yıldır yaşanan kalkınma ve büyüme modeli, enerji ve kirliliğin yoğun olduğu sektörlere bağımlıydı. Fakat bu sektörler her yıl iki haneli bir büyümeyi nasıl gerçekleştirecekler? Çevre ile büyüme arasında bir denge bulmak ve bugüne kadar süregelen yöntemi değiştirmek gerekiyor. Eğer bu değişim gerçekleşmezse, çok yakında sert bir inişe geçeceğiz” diyor.

Çin hükümeti de kamu güvenini yeninden inşa etmek amacıyla, “çevresel kirlenmeye karşı savaş” başlatmış durumda. Ma’nın bu savaşa yönelik yorumu şöyle: “Harekete geçme konusunda yerel çevre yetkilileri sorumlu. Fakat onlar da yerel hükümete bağlı. Yasaları uygulamak kolay olmuyor.”

İş dünyası ne yapabilir?

Yasaların uygulanamaması iş dünyasını da zora sokuyor. Ma, “Yasaların olduğu fakat uygulamanın yapılamadığı bir ortamda, bazılarını ödüllendiriyor; sorumlu davrananları ise cezalandırıyorsunuz. Fabrika sahipleri ile konuştuğumda, çevreye karşı duyarlı davrandıkları ve örneğin zehirli metalleri çevreye dökmedikleri takdirde, rekabette geri kalacaklarını, çünkü kâr marjlarının son derece düşük olduğunu söylüyorlar. Büyük ulusal markaların sadece masraflarının derdinde olduğunu, en ucuz olanı satın almayı tercih ettiklerini ve çevrenin kirlenmesini önemsemediklerini söylüyorlar. Bu şartlarda ‘nasıl sorumlu bir davranış sergileyebiliriz?’ diye soruyorlar” diyor. Ma’ya göre, hükümetin ve sanayinin harekete geçmesi için vatandaşların katılımı gerekiyor. Bu yüzden 2006 yılında Çin’in en saygın STK’sı olan Kamu ve Çevre İşleri Enstitüsü’nü (Institute of Public and Environmental Affairs) kurmuş. Enstitü şu anda Alibaba Vakfı dahil olmak üzere bir çok kaynaktan fon sağlıyor. Enstitü, çevre kirlenmesine yönelik veri üretiyor. Enstitü sayesinde Apple, Hewlett-Packard, H&M ve Gap gibi dünya devleri, ülkeyi en fazla kirleten fabrikaları tedarik zincirlerinden çıkarmışlar.