Yeni keşifleri denizleri yok edecek: Desalinasyon

suhakki_logoİstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın Büyükçekmece’de inşası devam eden İleri Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisi’ni 2 Mayıs 2015 tarihinde basına tanıttığı toplantıda dile getirdiği iddialar “daha ne kadar belaya bulaşacağız” dedirten cinsten. Topbaş’tan daha önceleri kuraklık zamanı yağmur yağdırmak için bulut tohumlama; trafik sorununu çözmek için Havaray kurma; ve taşıtların park etme sorunu için parkların altına otopark yapmak gibi çok sayıda kabul edilemez öneriler duymuştuk. Şimdi de İstanbul’un bitmeyen su sorununu tarihe gömme iddiası ile deniz suyuna göz dikmiş. Deniz suyunu tuzundan arıtan desalinasyon teknolojisinden bahseden Topbaş şunları söyledi: “İstanbul’a gelmesi ve gelecekte Türkiye’ye model olması için küçük çaplı olarak deniz suyundan içme suyu üretme çalışmasını başlatıyoruz… Deniz suyundan içilebilir su arıtma teknolojisini getireceğiz. İhtiyacımız olduğu için değil, bu teknolojiyi şehrimize getirmek adına. Bu yenilikçi bir düşünce. Bunu düşünmezseniz gelecekte ihtiyaç olduğunda çantacılar dolaşır neyi nasıl satacağız diye. Ama biz İBB olarak böyle bir teknolojiyi getirirsek Türkiye’de ihtiyacı olanlar gelir bizden alır. Biz de gerektiği zaman bunu genişletir, büyütürüz”.

Her bir cümlesi olay olan bu açıklama “Topbaş nerede yaşıyor acaba?” sorusunu akıllara getiriyor. Topbaş “İhtiyacımız olduğu için değil, bu teknolojiyi şehrimize getirmek adına” diyerek yaptığı açıklamada “İstanbul’un su sorunu yok” demeye getiriyor. Ama Topbaş da adı gibi biliyor ki daha az nüfusa sahip olduğu günlerde bile içme suyu sıkıntısı çeken İstanbul’un 14 milyonu aşan nüfusuyla her geçen gün büyüyen bir sorunu var. Su krizinin büyümesinden de bizzat kendi uyguladıkları politikalar sorumlu. Bu politikalara geçmeden önce Topbaş’a hatırlatalım; İstanbul daha 7-8 ay önce kuraklıkla boğuşuyordu. İstanbul’un barajlarındaki su seviyesi %17’ye inmiş, komşu illerdeki Melen Çayı ve Ergene Nehri’nin suyu yetmez olduğu için Sakarya’dan arıtılmamış su şebekeye azar azar verilirken; Kadıköy’deki dört günlük su kesintisi yüzünden insanlar damacana suyuyla bulaşık ve çamaşır yıkamıştı. Bir aralar da Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu 2071’e kadar yetecek suyun olduğunu iddia ediyordu. Daha çok örnek sayabiliriz ama İstanbul’un su varlıklarının İstanbul’un nüfusuna yetmediği ortada.

“Mega kent”, “dünya markası” gibi iddiaları ile İstanbul’u her geçen gün büyüten bu zihniyet, ekolojik sınırları çoktan aşan bir kent yarattı. 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi projelerle hayati önemdeki ormanlık ve sulak alanların büyük bir kısmı yok ediliyor. Baştan ayağa betonlaşan kentte yağmur toprakla buluşamıyor. Hem iklim değişikliğinden etkilenen, hem de iklim değişikliğine katkıda bulunan kentler yaratılmasına neden olan uygulamalara hiçbir itirazı olmayan Topbaş’ın İstanbulluların su sorunu hakkında samimi duygular içinde olduğunu düşünmemizi gerektirecek hiçbir neden yok.
Aslında Topbaş’ın derdi belli. İBB Hamidiye A.Ş. kanalıyla İstanbul’un Belgrad Ormanlarının suyunu da kuraklık susuzluk dinlemeden ambalajlayıp ülkedeki onlarca şehre ve 40 tane ülkeye satmıyor mu? Artık sadece tatlı sudan değil, deniz suyundan da rant sağlanacak. İBB bu rantı kimseyle paylaşmaya niyetli değil. Bütün mesele bu!

Desalinasyon yeni bir teknoloji değil. Modern anlamda kullanılmaya başlanması İkinci Dünya Savaşı döneme denk geliyor. Özellikle Orta Doğu gibi temiz tatlı su sıkıntısı çeken coğrafyalarda daha sıklıkla kullanılıyor. Dünyada 66,5 milyon m3/gün su tuzundan arındırılıyor. 150’den fazla ülkede 16 bin desalinasyon tesisi var. 300 milyon insan bu işlemden geçmiş suyu kullanıyor. Ancak mucizevî bir formülmüş gibi sunulan desalinasyonun ekonomik maliyeti de, ekolojik maliyeti de çok yüksek. Sudan ayrılan tuz deniz ekosistemine geri veriliyor. Bu da deniz ve kıyı canlılarının hayatlarını olumsuz etkiliyor. Deniz sıcaklığı yükseldikçe bu yoğunluk daha da artıp, denizdeki pek çok canlının yok olmasına neden oluyor. Üstelik desalinasyon sırasında çok fazla sayıda farklı kimyasal madde kullanılıyor. Bu da suyun kirlenmesi demek. Tabi kirlenen su yine denize veriliyor. Desalinasyon aynı zamanda tam bir enerji canavarı. 1 m3 temiz su üretmek için 3,5 kilowatt/saat enerji kullanılıyor. Bu normal şebeke suyunun enerji ayak izinden kat be kat fazla. Bu teknolojiyle birlikte enerji sıkıntısını sıkça gündeme getirip ölümcül bir enerji türü olan nükleere zorunlu olduğumuzu savunanlara yeni bir gerekçe daha sunulmuş olacak. Görülen o ki İstanbul’un su sorununu deniz suyu ile çözmek niyetindeler. Gelecekte şebeke suyu arıtılmış deniz suyundan ibaret bile olabilir. Nasıl olsa şebeke suyu artık sadece temizlik amaçlı kullanılıyor. İçme suyu ise ambalajlı su sektörü tarafından karşılıyor. “Kullanan öder” ve “tam maliyet” prensipleri gereği, suyun kaynağından musluklarımıza kadar geldiği süreçte yapılan her masraf belirli oranda bir kâr payı da eklenerek vatandaştan geri alındığı için suyun çok daha da pahalanması kaçınılmaz olacak. Bu da yoksul kesimin suya bütçesinden daha fazla pay ayırması anlamına gelecek. Bunun sonucunda su hakkı ihlalleri artacak. Desalinasyona şimdiden dur denilmezse hem İstanbul’un sürekli artan su talebi, hem de suyunu İstanbul dışına satma sevdası bırakın Marmara Denizi’ni, Karadeniz’deki tüm canlı yaşamı yok edebilir.

İBB öncelikle su varlıklarını korumak zorunda. İBB, su varlıklarını tehdit eden herhangi bir projenin mimarı, onaylayıcısı veya uygulayıcısı olmamalı. Suyu verimli ve tasarruflu kullanmanın yöntemleri olan gri su ve yağmur suyunun kullanımına; daha az beton ve daha fazla yeşil alan yaratmadan mega kentin mevcut su krizine çözüm bulmak mümkün olamaz. Melen Çayı’na ikinci isale hattı çekmek, Ergene Havzası’na yeni barajlar kurmak ve Sakarya’dan su çekmek gibi su arzını sorgusuz sualsiz artırıcı projelerden medet ummak İstanbul’un su krizini daha da büyütüyor. İstanbul’a desalinasyon tesisleri kurulursa İstanbul’un su krizi katmerlenerek büyüyecek.

Denizleri, kıyı ekosistemlerini tehlikeye atacak ve toplumu artan ekolojik ve ekonomik maliyetlerle baş başa bırakacak desalinasyon teknolojisini İstanbul’da istemiyoruz! İBB ve İSKİ’nin birincil görevi iklim değişikliğinden muzdarip ve üç dört senede bir kuraklık ve susuzlukla boğuşan bir şehirde su tasarrufunu sağlayıcı (gri su ve yağmur suyu) uygulamalarını hayata geçirmektir. Suyun tasarruflu kullanımı, su arzını artıran ve su varlıklarını yok eden projelerin durdurulması, yeterli miktarda içilebilir lezzette ve kalitedeki suyu şebeke sisteminden tüm vatandaşlarına bedava olarak verilmesi su krizini çözmede atılacak ilk adımlardır. İSKİ bir insan hakkı olan insani kullanıma yetecek suyu ücretsiz verip, bunu aşan kullanımı belirli bir tarifelendirmeye tabi tutarsa su tasarrufu su hakkını ihlâl etmeden gerçekleşmiş olacaktır. Su tasarrufu sağlandığı zaman toplumun ve doğanın katili desalinasyon teknolojisine ve aynı zihniyetin ürünü olan mega projelere de gerek kalmayacaktır.

Su Hakkı Kampanyası

6 Mayıs 2015

 

 

desailnation-at-what-cost