Maude Barlow yazdı: Kaliforniya’daki kuraklık ulusal su krizimizin sadece bir başlangıcı

barrlowfotoAmerikalılar derin su sıkıntılarını yıllardır Küresel Güney’e özgü bir sorun olarak algıladıkları için çok fazla ciddiye almadılar. Ancak şu günlerde kriz kapıya dayanmış durumda.

Birleşmiş Milletler tam anlamıyla gelişmiş bir su krizinin önüne geçebilmek için 15 yıllık bir zamanımızın olduğunu ve 2030 yılında suya olan talebin su arzını %40 oranında aşacağını bildiriyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un bir araya getirdiği 500 tanınmış bilim insanı, suyun kolektif olarak kötüye kullanımının dünyanın “yeni bir jeolojik çağa” girmesine, 11.000 yıl öncesinde buzulların geri çekilmesine benzer “gezegen çapında bir dönüşümün” ortaya çıkmasına neden olduğunu söyledi. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı son derece stres altında olan ya da tükenmekte olan su varlıklarına 30 millik bir mesafe içerisinde yaşıyor.

Uzunca bir zamandır Küresel Kuzey’de ve Avrupa’da, Küresel Güney’in sorunu olan su krizinin büyümekte olduğunu gözlemliyoruz. Suya ve hıfzıssıhhaya erişimi olmayanlara ilişkin can sıkıcı BM verileri çoğunlukla Afrika, Latin Amerika ve Asya’nın büyük bir bölümündeki yoksul ülkelerle ilişkilidir. Sudan kaynaklanan hastalıklardan ölen çocukların yürek burkan görüntüleri bana hep Nairobi, Kolkata ya da La Paz’ın gecekondu mahallelerinden geliyormuş gibi geliyor. Aynı şekilde, su kirliliği ve kıtlığına ilişkin en kötü hikâyeler Güney’in en yoğun nüfuslu bölgelerinde görülmektedir.

Ancak, The Nation dergisinin bu sayısında da ifade edildiği gibi, su krizi kelimenin her anlamıyla “küresel” bir mesele. Artan toplumsal eşitsizlik, iklim değişikliği, yükselen su fiyatları ve Kuzey’de su varlıklarının kötü yönetimi birden dünyayı sorunun coğrafi dağılımı açısından daha eşit bir duruma getirdi.

Şimdi artık Birinci Dünya’da bir Üçüncü Dünya var. Zengin ülkelerdeki artan yoksulluk yükselen su fiyatlarını ödeyemeyen bir yoksul nüfus yarattı. Circle of Blue tarafından da bildirildiği gibi ABD’nin büyük 30 kentinde suyun fiyatı hane halkının tüm diğer temel gider kalemlerinden daha hızlı artıyor-2010 yılından bu yana %41’lik bir artış oldu. Ufukta ise hiçbir değişiklik gözükmüyor. Bunun sonucunda, artan sayıda insan su faturalarını ödeyemiyor ve su kesintileri ülke çapında giderek artıyor. Detroit kenti bana çocukluğumun Kuzey Amerika kentlerinden çok Bogotá’nın varoşlarını anımsatıyor.

Avrupa’da görülen tarihi yoksulluk ve işsizlik de milyonlarca insanı tehdit ediyor. Bütçelerini aşan artan su fiyatları ve Avrupa çapında kemer sıkma politikalarının dayatılması, İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da binlerce ailenin su hizmetinin kesilmesine neden oldu. Su hizmeti veren Veolia Eau şirketinin bir çalışanı Fransa’da Avignon’da 1000 ailenin suyunu kesmeyi reddettiği için işten atıldı.

Küresel Güney’de olduğu gibi, su hizmetlerinin özelleştirilmesi trendi Kuzey’deki yoksulların omuzlarına ek bir yük daha koydu. Food and Water Watch adlı örgütün ve diğer kurumların da çok açık bir şekilde belgelediği gibi su ve hıfzıssıhhanın fiyatları özelleştirmelerle birlikte çok dramatik bir şekilde yükseldi. Kamunun bünyesinde su hizmeti veren kurumlardan farklı olarak, şirketlerin bu sektöre dahil olmaları için kâr elde ediyor olmaları gerekiyor.

Küresel Güney’de olduğu gibi, eskimiş borular ve sızdıran su sistemleri Kuzey’deki belediyeler tarafından da tamir edilmiyor ya da iyileştirilmiyor. Zira, kamuya ayrılan kaynakların miktarı azaldıkça para sıkıntısı yaşıyorlar. ABD’nin suyun altyapısı için önümüzdeki 25 yılda 1 trilyon dolar harcaması gerektiği tahmin ediliyor. Vergi kesintisi histerisinin yaşandığı bir zamanda bunun nasıl ödeneceği düşünüldüğünde, yükün küçük işletme sahiplerinin ve hanelerin omuzlarına yükleneceği çok muhtemel gözüküyor. Bu da su fiyatlarının daha da artması anlamına geliyor.

İklim değişikliği de başka bir eşitleyici olgu. Eriyen buzullar, ısınan havzalar ve kaotik hava rejimleri su döngüsünü her yerde altüst ediyor. Yüksek sıcaklıklar topraktan ve sudan buharlaşan nemin miktarını artırıyor; dolayısıyla, daha sıcak bir atmosfer zaten sellere elverişli olan bölgelerde daha fazla yağış ve kuraklığa daha yatkın olan bölgelerde ise daha az yağışın düşmesine neden oluyor. Gerçekten de kuraklık dünyanın pek çok bölgesinde şiddetleniyor ve 100’den fazla ülkede çöller büyüyor.

Yeraltı ve nehir sularının hoyrat bir şekilde gereğinden çok çıkartılması da Küresel Güney’de büyük bir tahribata neden oldu. Şimdi bunun aynısı Kuzey’de gerçekleşiyor. Haziran 2015 tarihli bir NASA çalışması dünyanın en büyük 37 akiferinin 21’inin-Hindistan’dan Çin’e, ABD’den Fransa’ya-sürdürülebilirlik konusunda devrilme noktalarını aştığını ve bunun yüz milyonlarca insanı tehdit ettiğini bildirdi. Şaşırtıcı bir şekilde, Çin’deki nehirlerin yarısından fazlası 1990 yılından bu yana yok oldu. Asya’nın Aral Denizi, Afrika’nın Çad Gölü-ilki dünyanın dördüncü, ikincisi altıncı büyük gölü-ihracat amaçlı yetiştirilen tarım ürünlerinin aralıksız sulanmasından ötürü tamamen kurudu.

Brezilya’da her yıl yaklaşık 2 trilyon galon su, şeker kamışı alkolü üretmek için çıkartılıyor. Amazon yağmur ormanlarının kesilmesi hidrolojik döngüdedeki yağmur miktarını azalttı. Sağlıklı yağmur ormanları muazzam miktarlarda nem üretiyor. Üretilen nem “uçan nehirler” adı verilen hava akımlarına taşınıyor ve binlerce mil uzaktaki São Paulo’ya yağmur olarak düşüyor. Biyoyakıt için yağmur ormanlarının kesilmesi ve yeraltı suyu madenciliği yapılması bir zamanlar dünyanın su bakımından en zengin ülkesi olarak kabul edilen bir ülkede öldürücü bir kuraklığın ortaya çıkmasına neden oldu. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, geniş çaplı su kesintileri ve suyun karneye bağlanması uygulamaları Brezilya’da milyonlarca yoksulun durumunu daha da kötüleştiriyor.

Bu hikâye kendini Kuzey’de de tekrar ediyor. ABD Tarım Bakanlığı’na göre, Ogallala Akiferi üzerine binen aşırı yük nedeniyle tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Yoğun miktarda su tüketen mısır alkolünün üretimi için değerli yeraltı suyunu çeken sondaj teknolojisinin kullanılması bu hikâyenin önemli bir kısmını oluşturuyor. Kaliforniya on yıllardır muazzam ölçülerdeki boru hatlarıyla, kanallarla ve su kemerleriyle kendi su sistemlerini planlayıp inşa etti. Öyle ki Central Valley gibi yerlerdeki az sayıdaki güçlü çiftçi ihracata yönelik yoğun su tüketen mahsuller üretebiliyor. Suyun gereğinden fazla çıkartılması Great Lakes üzerinde de yoğun baskı uyguluyor. Kıyı çizgisi azalan Great Lakes’in durumu aslında tüm hikâyeyi anlatıyor.

Bu can sıkıcı raporların yanı sıra bazı güzel haberler de var. Örgütlü bir uluslararası hareket, su adaleti için hem küresel hem de yerel düzeyde mücadele etmek üzere bir araya geldi. Bu hareket özelleştirmeye karşı güçlü bir mücadele yürüttü. Mücadelenin olağanüstü sonuçları oldu. Avrupa’da bulunan Transnational Institute adlı kurum son 15 yılda 37 ülkede bulunan 235 belediyenin özelleştirmenin çeşitli biçimlerini denedikten sonra su hizmetlerini yeniden kamunun denetimi altına aldığını bildiriyor. Sadece ABD’de aktivistler 58 adet su özelleştirmesi uygulamasını geri çevirdi.

Bu hareket ayrıca BM’nin su ve hıfzıssıhhanın insan hakkı olduğunu tanıması için de başarılı bir mücadele yürüttü. BM Genel Kurulu bu hakları tanıyan kararı 28 Temmuz 2010 tarihinde kabul etti. İnsan Hakları Konseyi hükümetlerin bu haklar konusundaki yükümlülüklerini çizen kararı ise iki ay sonra kabul etti.

Kuzey Amerikalı su adaleti aktivistleri, ihracata yönelik ambalajlı su ticareti yapmak için su tabakalarının yıkıldığı Küresel Güney’deki topluluklarla birlikte çalışırken, bir taraftan da ABD ve Kanada’da ambalajlı sulardan arınmış kampüsler inşa ettiler. Bu aktivistler ayrıca burada hidrolik kırılma gibi su varlıklarını tahrip eden endüstrilerle ve Latin Amerika ve Asya’da ise açık işletme madenciliği gibi uygulamalara karşı elbirliğiyle mücadele ettiler.

Bu hareketin en önemli tanımlayıcı özelliği dayanışma bağlarına dayanıyor olmasıdır. Aynı meseleler hem Küresel Kuzeyi hem de Küresel Güney’i ilgilendiriyor. Yalnızca saygıyla ve kaynaklarımızı, taktiklerimizi ve bilgimizi paylaşarak dünya toplumlarına su adaletini getirebileceğiz. Su aktivistlerinin gün geçtikçe daha çok idrak ettiği bir şey var: saldırıların çoğu yerli toprakları hedef alıyor, bu nedenle yerlilerin liderliği ve dayanışması bu hareketin başarısında dikkate alınması gereken kilit nokta.

Dünyadaki tüm hükümetlerin ciddi adımlar atma ve eyleme geçme zamanı geldi. Beni tamamıyla hayretler içerisinde bırakan şey ise ABD’de (artan) su krizini ortaya çıkartan çok sayıda mesele olmasına rağmen, su meselesi başkanlık seçimlerinde adayların kampanyalarında hiçbir zaman gündeme gelmez. Enerjiye evet-suya hayır.

Biz insan türü olarak bugüne kadar gezegenin tatlı suyunu hep kendi keyfimiz ve kâr hırslarımız için kullandık ve doğayı fethetmeye dayanan endüstriyel bir kalkınma modeli geliştirdik. Şimdi suyun bize hayat veren ekosistemin vazgeçilmez bir parçası olduğunu, azim ve kararlılıkla suyu korumamız gerektiğini görme zamanıdır. Suyla kurduğumuz ilişkiyi değiştirmemiz ve bunu bir an evvel yapmamız şart. Gezegenin zarar gören su havzalarını ve suyollarını iyileştirmek için tüm gücümüzle çalışmamız gerekiyor.

Bu anlayışın uygulamadaki karşılığı şu: suyu ve suyun korunmasını tüm kanunların ve hayata geçirdiğimiz tüm politikaların tam merkezine koyan yeni bir etiğe ihtiyacımız var. Kendimize suya ilişkin uygulamalarımızın-sınırlar arası ticaretten tarımsal üretime ve enerji üretimine kadar her şey-bizim en değerli varlığımızı nasıl etkilediğini sorduğumuzda dünya bambaşka bir yer olacak.

Su daha adil bir şekilde paylaşılmalıdır. Hükümetler suya erişimin kâr motivasyonuyla gerçekleştirilen bir hizmet değil herkesin erişebileceği kamusal bir hizmet olmasını garanti altına almalıdır. Suya erişim hakkı dünyanın her yerinde hayata geçirilmelidir. Aynı şekilde su gaspına bir son verilmelidir: hükümetlerin güçlü endüstrilere, şirketlerin çıkarlarına ve tüm dünyada su varlıklarını tehdit eden kötü uygulamalara karşı çıkması gerekiyor. Su her yerde toplumsal fayda amacıyla yönetilen ve korunan bir müşterek olarak kabul edilmelidir. Suya sınırlı erişim durumunda, özellikle yeraltı suyu söz konusu olduğunda, öncelikleri belirlemek, şirketlerin suyun kontrolünü ya da mülkiyetini ele geçirmesini yasaklamak da buna dahil. Uzun lafın kısası, su insanlığın ve gelecek nesillerin ortak mirası olarak görülmelidir.

Yaşanmakta olan küresel su krizi şimdi hepimizi ortak bir mücadelede birleştiriyor. Suyun yetersizliği çatışmaya, şiddete ve savaşlara mı neden olacak? Yoksa suyun barış ve işbirliği için bir uzlaşı aracı olması mümkün mü? Birbirimizle barış içinde nasıl daha iyi yaşayabileceğimizi ve Doğa Ana’ya nasıl davranmamız gerektiğini öğretmesi doğanın bize bir hediyesi olabilir mi?

Kesinlikle öyle olduğunu umuyorum.

Yazar: Maude Barlow (Kanada’da faaliyet gösteren “Council of Canadians” adlı örgütün yönetim kurulu başkanı)

Kaynak: Canadians