Kıbrıs ve su hakkı!

Kaynak: Özgür Gündem

Yusuf GÜRSUCU
Yaklaşık 2 yıl önce Anamur’dan Kıbrıs Girne’ye su boru hattı döşenmeye başlanmıştı. Şu an boru hattı bitmiş ve 28 Eylül’de yani seçimlerden 3 gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ve AKP için iyi bir propaganda malzemesi olarak değerlendirmeyi hayal ettikleri açılış riske girmiş durumda. O dönem Başbakan olan Erdoğan döşenen su boru hattı için “hayalin gerçeğe dönüşmesi, Ferhat ile Şirin’in aşkı” vurgusuyla ve asrın projesi olarak nitelediği, aslında suyun metalaştırılmasından başka bir amacı olmayan bu projenin sonuna gelinmiş.

Erdoğan, K. Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun doğum günü olduğunu da bu vesileyle öğrendiğimiz gün olan 7 Mart 2014’de projenin biteceğini açıklamıştı. Yetiştiremediler! Bu durumun elbette birçok nedeni vardır. Bu nedenler arasında K. Kıbrıs’ta yapılacak seçimlerde Eroğlu’nun durumunun ne olacağı sorusu da rahatsızlık veriyor olmalıydı. Hatırlarsınız K. Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı seçimini Sayın Mustafa Akıncı kazanmıştı.

Mustafa Akıncı seçildiği gün yaptığı açıklamalar içinde “Ana-yavru edebiyatını bir kenara bırakalım” vurgusunda bulunmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya “Ağzından çıkanı kulağın duysun” şeklinde yanıt vermişti. Bunun anlamı çok açık “patron kim, sen farkında mısın” diye Akıncı’yı uyarıyordu. Bu uyarıyla, yaşanması muhtemel sorunlar karşısında daha ilk günden ve her zaman alışık olduğumuz tehdit uslubuyla ön alma çabası gösteriliyordu. Yani, bana kafa dikemezsiniz oturun oturduğunuz yerde diyordu!

N’olacak şimdi!
Bugün, Türkiye’yi yönetenlerin her şeye hakim ve her şeyin sahibi oldukları yönündeki sanrıları Suriye’ye ve özellikle Kürt halkına dönük tutumlarında açıkça izlenebilmektedir. Suriye’ye yönelik yürüttükleri kanlı politikalarının bir benzerini şu an Cizre’de, Nusaybin’de vd. Kürt illerinde sürdürmekteler. Bu politikaların tamamı kendi çıkarlarıyla özdeşleşen sermaye çıkarları için yaşatılmakta. K. Kıbrıs’a dönük biat ettirme yönündeki politikaları tutmayacağa benziyor. Aynen Kürt halkına ve Suriye’ye dönük uyguladıkları politikalar gibi!

Eroğlu ile al gülüm ver gülüm ilişkilerini sayın Akıncı ile sürdürmeleri çok zor görünüyor. Suyun Kıbrıs’a taşınması anlaşmaları yapılırken atılan imzalarda Türkiye’nin ön koşullarından biri işletmenin bir özel şirket eliyle yapılması şartı idi. Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılan anlaşmada, işletme hakkının ihale ile bir şirkete verilmesi de yer alıyor. K. Kıbrıs ise bu işletmenin belediyeler eli ile yapılmasını istiyor. Türkiye K. Kıbrıs’taki belediyelerin batık olduğu savıyla buna karşı çıkıyor.

Anlaşmada yer alan madde nedeniyle K. Kıbrıs’taki 28 belediye anlaşma engelini aşmak için BESKİ adında özel bir şirket kurmuş. Türkiye, ekonomik kriz içindeki belediyelerin, su işletmeciliği yapamayacağını ve anlaşmaya uyularak bu işin ihale edilmesini istiyor. Bu baskıyı ise K. Kıbrıs yönetimi kabul etmiyor. Ayrıca Türkiye suyu bedelsiz vermeyi taahhüt ettiği halde suyun kimin eliyle dağıtılacağına yönelik tutumunu anlamamız gerekiyor.

Bu işin ardındaki rant kimin cebinde birikecek!
2011 yılında dönemin Başbakanı olan Erdoğan, Alaköprü Barajı’nın temelini atmıştı. Bu baraj Toros dağlarındaki suların oluşturduğu Dragos çayı üzerine ve sadece bu proje ön görülerek inşa edilmişti. Yılda 75 Milyon M3 su Kıbrıs’a taşınacak. Buradan bakınca ne var bunda diyenlerimiz mutlaka olacaktır. Kıbrıs’ın suya ihtiyacı vardı ve bizde onlarla suyumuzu paylaştık denilen bir yaklaşım yok ortada. Bunu anlamak için suyun dağıtımına Türkiye’nin karışmasının arka planında farklı hesaplar olduğunu görebilmeliyiz.

Türkiye’ye göre, Kıbrıs’ta suyun dağıtımını belediyeler sağlayamayacağı gibi bu hizmeti verecek şirket de yok. O zaman ne olacak Türkiye’den bir şirket bu işi alacak ve Türkiye tarafından bedava verilen suyu Kıbrıs halkına satacak. Hem de istediğine satacak, istemediğine satmayacak! Bunun anlamı, Kıbrıs’ta suyun hangi amaçla kullanılacağına da Türkiye’nin karar verecek olmasıdır. İnsancıl bir şeymiş gibi sunulmaya çalışılan işin, aslında rant amacıyla projelendirildiğini anlamamız için müneccim olmamıza gerek yok.

Eroğlu döneminin Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Ali Çetin Amcaoğlu “su boru hattıyla birlikte aynı hattan elektrikte taşınacağını ve elektrik maliyeti yanında su maliyetlerinin de düşeceğini, projenin finansmanının Türkiye tarafından karşılandığını işletmeci firma için yatırım maliyetinin söz konusu olmayacağını” söylemişti. Türkiye bir güzellik yapmış ve maliyeti üstlenmiş! Peki, yatırım maliyeti olmayan bir işi belediyeler niçin yapamaz! Bunun cevabı Amcaoğlu’nun sözünde gizli: “işletmeci firma”! Sorun aşılırsa Türkiye’den bu işi alacak firmayı hep birlikte göreceğiz. “Kimin şirketi? Arkasında kimler var?” vb. sorularımızın cevabını o güne bırakıyoruz.

Metalaşan- ticarileşen su!
Su, yaşamın en önemli nüvesidir. Su olmadan yaşam olması mümkün değil. Peki, bu pek dindar yönetenlerimiz suyun yaşamın bir parçası olduğunu ve çok inandıklarını söyledikleri dini inançları bakımından suyun doğadan alınarak ticari bir meta haline getirilemeyeceğine inanıyor olabilirler mi? O sürekli kullandıkları bir tabiri hatırlayalım: “yaradılanı severim, yaradandan ötürü”… Suyu sen mi yarattın? Onu yaradan sen üzerinden nemalan diye mi yarattı? Su, hava ve toprak üzerinde yaşayan her türden canlının ortak olduğu yaşamsal değerlerdir ve asla ticari meta haline getirilemez.

Mevcut hukümet iktidara geldiği ilk günden bu yana yaşamın her alanını sermaye sömürüsüne açmakta çok başarılı. Yüzlerce baraj, binlerce tünel baraj inşa ederken o doğadan çalınan her damla suyla binlerce canlının yaşam hakkının elinden alınıyor olduğunu bu politikaları uygulayanlar elbette biliyorlar. Kenya’nın ilk başbakanı ve cumhurbaşkanı olan Jomo Kenyatta’nın bir sözünü hatırlayalım: “Beyaz adam geldiğinde bizim topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı”!

Parası olanın ulaşabileceği bir meta haline getirilen suyun sermaye tarafından kontrol edilmesine izin verilemez. Suyun ticarileştirilmesine hayır, demek ve bunun için mücadele içine girmek en kutsal çabadır. Çünkü hiçbir canlının yaşam hakkı hiç kimse tarafından elinden alınamaz. Hele bu dünyanın bir parçası olan canlıların ortak varlığı olan su nedeniyle insan dahil diğer canlıların yaşam hakkı ellerinden alınıyorsa bu asla ve asla kabul edilemez ve böyle bir saldırıya karşı sessiz kalınamaz.

Sonuç!
Kıbrıs halkının ve doğasının ihtiyacı olan su vb. yaşamsal her şey paylaşılabilir ve paylaşılmalıdır. Sadece Kıbrıs’la değil tüm insanlıkla ve diğer tüm canlılarla bu yapılmalıdır. Bu paylaşım hiçbir biçimde akçeli pazarlıklara konu edilemez ve edilmemelidir. Ancak gel gelelim kapitalizmin bugün ticari meta haline getirdiği ve kirleterek yok ettiği suya erişememe nedeniyle milyonlarca insan ve diğer canlılar ölmekte. Bu ölümlerin nedeni ise tüm canlıların temel “hakkı” olan suya ve gıdaya sermayenin el koymuş olmasıdır.