Dosya: Nükleer santrallerin suya etkisi

An energy map provided by the National Oceanic and Atmospheric Administration (NOAA) shows the intensity of the tsunami in the Pacific Ocean caused by the magnitude 8.9 earthquake which struck Japan on March 11, 2011. Thousands of people fled their homes along the Pacific coast of North and South America on Friday as a tsunami triggered by Japan's massive earthquake reached the region but appeared to spare it from major damage. REUTERS/NOAA/Center for Tsunami Research/Handout (UNITED STATES - Tags: DISASTER ENVIRONMENT) FOR EDITORIAL USE ONLY. NOT FOR SALE FOR MARKETING OR ADVERTISING CAMPAIGNS. THIS IMAGE HAS BEEN SUPPLIED BY A THIRD PARTY. IT IS DISTRIBUTED, EXACTLY AS RECEIVED BY REUTERS, AS A SERVICE TO CLIENTS

Geçtiğimiz günlerde gündemde yine nükleer kirlilik vardı. Bundan yaklaşık 6 sene önce yaşanan Fukuşima nükleer felaketinin ardından nükleer santralin reaktörlerinde inceleme yapan keşif robotlar radyasyon oranının tahmin edilenden çok daha fazla olduğu ortaya koydu. Öyle ki hasar gören 2 numaralı reaktörün muhafaza kazanın içini incelemek için gönderilen “akrep” adlı robot, 6 yıl önce eriyen çekirdek bölgesindeki yüksek seviyede radyoaktif enkaz içinde hareket ederken bozuldu. Birkaç haftadır devam eden incelemeler, robotların izlemesi planlanan rotalarda yapısal hasarların olduğu ve radyasyon seviyelerinin beklenenden fazla olduğunu gösterdi. Şubat başında başka bir robot “akrep” daha enkazı temizlemek üzere reaktöre yollanmış, ancak içeride geçirdiği iki saatin ardından her iki kamerası da yüksek radyasyon nedeniyle bozulunca araç geri dönmek zorunda kalmıştı. Araç, tahmini radyasyon oranlarına göre reaktörde 10 saat çalışabilecek radyasyon toleransına sahip olarak tasarlanmıştı. Fakat reaktörün içindeki radyasyon oranının tahmin edilenden çok daha fazla olduğu anlaşılmıştı. Sızıntının tamamen kontrol altına alınıp santralin tasfiye edilmesinin on yıllar süreceği tahmin ediliyor.

Fukuşima daha önceden de tüm dünyanın okyanuslarını ve denizlerini kirletmeye devam ediyor olmasıyla gündeme gelmişti. Hatırlayacak olursak 2011 yılında “Büyük Doğu Japonya Depremi” yaşanmış, on binlerce insan ölmüş ve dünyadaki en büyük nükleer felaketin başlamasına neden olan bir tsunami yaşanmıştı. Aradan geçen altı sene sonra bugün, çevresel kirlenme ve sürmekte olan acı nükleer felaketle ortaya çıkan krizin boyutunun büyüklüğünü gözler önüne sermeye devam ediyor.

Şekil 1: National Oceanic and Atmospheric Administration (Ulusal okyanus ve atmosfer dairesi)

Fukuşima’daki nükleer sızıntının Pasifik Okyanusu’nda yayılmasını gösteren harita

Tabi dünyada sadece Fukuşima’da nükleer felaket yaşanmadı. 1986’da Ukrayna’da yaşana Çernobil nükleer kazası 20. yy’a damgasını vuran olaylardan biriydi. Sadece Ukrayna’da değil Belarus ve Rusya’da bile Çernobil’den etkilenen bölgelerde hala radyasyonun olduğu biliniyor. Felaketin ardından 1990 ile 2000 yılları arasında Belarus’da kanser oranı %40 arttı. Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, sadece Belarus’un Çernobil yakınındaki Gomel bölgesinde yaşayan 50,000’in üzerinde çocuk tiroid kanserine yakalandı. Kürtajlar, erken doğumlar ve ölü doğan bebek oranları çarpıcı şekilde arttı. Reaktörün yakınında yaşayan 350,000 insan evlerini sonsuza kadar terk etti. Türkiye de Çernobil’den yayılan radyasyondan etkilenen ülkeler arasındaydı. Her ne kadar dönemin hükümetleri bunu reddetmiş olsa da Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı bir araştırmaya göre Karadeniz Bölgesi’nde bulunan Hopa’da ölümlerin %47,9’unun kansere bağlı olduğu kanıtlanmıştı.

Çernobil faciası tarihin en büyük nükleer felaketi olarak bilinse de Fukuşima’nın yıllar geçtikçe ortaya çıkan sonuçları Çernobil’i giderek geride bırakıyor. Fukuşima’nın çevresindeki radyoaktif atıklar 16 kilometre mesafelik bir alanı kapsıyor. 2015 yılı Eylül ayında 1 metreküplük 9.16 milyon atık torbası dev bir alanda depolandı. Fakat bu torbaların dayanıklılığı sadece 3 sene ve daha kalıcı çözümler henüz bulunabilmiş değil.

Ancak mesele bununla da bitmiyor. Yaşanan nükleer kazalar ne sadece yaşanan bölgenin insanlarının ne de sadece günümüzün insanlarını ve canlılarını ilgilendiriyor. Tüm dünyayı ve geleceği de ilgilendiriyor. Fukuşima’daki nükleer santralden hala Pasifik Okyanusu’na radyoaktif atıklar sızıp Pasifik Okyanusu’nu kirletmeye devam ediyor. Okyanusun iki yakasından alınan örneklerden anlaşıldığı üzere şimdiye kadar 760 bin tondan fazla radyoaktif madde suya karıştı. Günde 300 ton radyoaktif maddenin 4 sene boyunca suya karışmaya devam edeceği de biliniyor. Dolayısıyla Fukuşima felaketinin kontrol altına alındığı söylemek pek doğru olmaz. Japonların daha on yıllar boyunca bu kirlilikle uğraşacağı ve trilyonlarca yeni bu uğurda harcamaya devam etmesi gerekecek.

Mesele sadece denizin kirlenmesi de değil. Kara toprağı ve kıyılara yakın yerlerde deniz dibinde biriken sedimentler de kirlilik taşıyor. Zarar görmüş reaktörlerden gelen radyoaktivitenin %80’i okyanusa karışıyor. Bu da Fukuşima’daki radyoaktivitenin Çernobil ve Three Mile Adası’nda yaşanan felaketin ulaştığından çok daha büyük mesafeleri aştığını gösteriyor.

Radyoaktif maddenin küçük bir bölümü deniz tabanında birikirken, geriye kalanın Körfez akımının Batı Pasifik versiyonu olan Kuroshio akımıyla taşındığı ve Kuzey Pasifik’e vardığı biliniyor. Doğu Pasifik’te  (British Columbia ve Kaliforniya) sadece 2015’ten bu yana görülen iki Sezyum izotopu da Fukuşima’dan kaynaklanıyor. Bu arada 28 derecede eriyen ve doğada ender rastlanılan bir element olan Sezyum’un izotopu doğada 30 yıl süreyle radyoaktivitesini kaybetmiyor. Reaktör çekirdeğinin erimesiyle açığa çıkan Americum izotopu 5400, uranyum 238’den açığa çıkan plütonyum izotopu ise 24 bin yıl radyoaktif kalıyor.

Nükleer santraller sadece risk değil, kirlilik de oluşturuyor. Nükleer santrallerde ortaya çıkan enerjinin meydana getirdiği yüksek sıcaklıkla baş etmek için suyla soğutma yöntemleri izlenir. Nitekim pek çok nükleer santral suyun bol olduğu deniz kıyılarına kuruludur. Soğutma için denizden çekilen suyun sıcaklık derecesi kullanım sonrası çok yüksek derecelere çıkar. Bu sıcak su çoğu durumda maalesef doğrudan denizlere geri verilir. Suda termal kirlilik dediğimiz bir çevre felaketi yaşanırken, su canlıları ve ekosistemleri zarar görür. Üstelik nükleer santraller soğutma suyu olarak kullandıkları suyu sadece termal değil uranyum, sezyum gibi radyoaktif maddelerle de kirletir.

Türkiye’de nükleer enerji

Nükleer enerji Türkiye’nin gündeminde yaklaşık yarım asırdır var. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’na göre Türkiye’de elektrik enerjisi arz ve talep projeksiyonlarına bağlı olarak, 2025 yılına kadar, nükleer enerji santrallerinin, elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının en az %5 seviyesine ulaşması hedefleniyor. Bakanlığa göre Türkiye bu doğrultuda artan elektrik talebini karşılamak ve ithalat bağımlılığından kaynaklı riskleri azaltmak üzere 2023 yılına kadar 2 nükleer güç santralinin devreye alınması ve 3. santralın inşasına başlanması planlanılıyor.

10 Ekim 2016’da Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi, Akkuyu Nükleer Santrali’nin 1/50 Bin Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda yer alması kararını merkezi idareye bırakan komisyon kararını oy çokluğuyla onayladı. Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti 27 Aralık 2010 tarihi itibariyle yürürlüğe giren projenin 2022 yılında tamamlanması öngörülüyor. Santralin işletme ömrü ise 60 yıl olacak.

Türkiye ve Japonya ortaklığı ile kurulması planlanan diğer bir nükleer santrali ise Sinop Nükleer Santrali olarak planlanıyor. Tesis, Sinop’un İnceburun Yarımadası’nda kurulması planlanıyor. Santral, Türkiye, Japonya ve Fransa tarafından işletilecek. Toplam kapasite 4480 MW olarak planlanmış. Santralin 2017 yılında inşaatına başlanması planlanıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun Ekim 2015 tarihinde Türkiye’de yapılacak üçüncü nükleer santral için Kırklareli’nin İğneada bölgesinin planlandığını söyledi. Ancak bu projeyle ilgili bilgiler henüz birkaç bakanın açıklamasından öteye taşınmış durumda değil.

Nükleer sevdasından derhal vazgeçilmeli

Kısacası kararlı bir mücadele ağı kurulmazsa Türkiye’yi bekleyen gelecek karanlık. Hele nükleer enerjiye bulaştıktan sonra geri dönmek çok daha büyük bir zorluk. Nükleerin yıkıcı etkisi sınır, ülke, ileri teknoloji tanımıyor. Mevcut durumda nükleer enerji santrallerinin Türkiye’nin her geçen gün artan emniyet ve güvenlik riskleriyle başarısızca boğuştuğunu bilirken, nükleer atıkların nasıl depolanacağı, nasıl taşınacağı bir muamma. Nükleer riskler sıfırlanamaz. Nükleer zararların sosyal, ekolojik, toplumsal ve ekonomik sorumluluğu dünyada hiçbir devletin, uluslararası oluşumun ve şirketin alabileceği düzeyde değil. Ancak kaza riskinin ötesinde özellikle su varlıklarımızda rutin olarak termal kirliliğe ve madde kirliliğine neden olacak bu enerji sektörünün bu ülkeye hiç girmemesi gerekiyor.

 

Kaynaklar

http://www.demokrathaber.org/dunya/fukusimada-nukleer-temizlik-yapan-akrep-bozuldu-h79901.html

http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/asia/japan/12189613/Fukushima-nuclear-plant-will-leak-radioactive-water-for-four-more-years.html

http://www.pbs.org/newshour/updates/fukushima-radiation-continues-to-leak-into-the-pacific-ocean/

http://www.nukleersiz.org/metin/cernobil

Green Peace “Nükleer İzler: Çernobil ve Fukuşima’nın Süregelen Mirası” Raporu