Havzalar arası su transferi büyük bir ekolojik yıkım

Trakya bölgesi, dünyanın sayılı longoz ormanlarından birine ev sahipliği yapıyor. Geç sonbahar erken ilkbahar arasında derelerin kıyı kumulunu aşamayıp oluşturmuş oldukları göl, bataklık ve çamurluk alanlarda diş budak, kızıl ağaç, kara ağaç, söğüt, kavak gibi eşsiz ağaçlar yetişiyor. Ancak şimdi yer altı suyunun oradan çekilmesi ve İstanbul’a aktarılması söz konusu. Kuruyacak orası ve bu çok bilinçli olarak yapılıyor.

Yetkililerin 22 Mart Dünya Su Günü’nde suyunuzu tasarruflu kullanın vatandaşlar çağrısı yapması, ortada böylesi bilinçli felaket politikaları varken gerçekçi değil. Ayrıca yurttaşlar suyunu zaten tasarruflu olarak kullanıyor. Bunun için oluşturulmuş mekanizmalar var. Vatandaş karşısına yüksek faturalar geldiğinde suyu mecburen tasarruflu olarak kullanıyor. Bahçe sulaması vs, bunlar çok küçük bir bölüm.

Su faturaları, su krizinin de önemli bir ayağını oluşturuyor. Hem fiziki açıdan temiz suya ulaşamıyorsunuz, hem de ulaştığınız suya büyük bedeller ödemek zorundasınız. Su Hakkı Kampanyası 2015’in sonunda yaptığı çalışmada bunu ortaya koymuştu. Türkiye’nin dört büyük şehrinde, Ankara, Bursa, İzmir, İstanbul’da su fiyatlandırmasına dönüp baktığımızda karşımıza çok ciddi bir tablo çıkıyor. Eğer bir hane giderinin yüzde ikisini suya harcıyorsa, bunun çok masraflı kategorisinde sayılması gerektiğini ifade eden Birleşmiş Milletler’in uluslar arası bir kriteri var.  Bununla, bu dört şehrin su fiyatlarına dört kişilik bir ailenin ayda ortalama on metreküp su kullanacağı üzerinden baktığımızda, hanelerin yüzde iki değil, bizde yüzde altılarda, yüzde yedilerde su faturası ödediği gerçeğiyle karşılaştık.

Su, güya kamu hizmeti alanı içerisindedir. Ama su idareleri daha çok ticari işletme şeklinde çalışıyorlar ve tam maliyet prensibiyle, yüksek bir su birim fiyatı belirliyorlar. Bütün yatırım ve işletme maliyeti su faturasına konuluyor, vergiler konuluyor ve birden bire kabaran su faturalarıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bir yandan da şöyle bir şey mekanizma çalışıyor. İstanbul örneğinden yola çıkarsak, önce İstanbul’un kendi doğal su varlıkları yok ediliyor. Sonra uzak yerlerden su getiriliyor, bunun için de büyük projeler yapılıyor. Bunlar çok maliyetli projeler. Uzağa gittikçe bu maliyet daha da artıyor. Ve siz bunun tüm maliyetini vatandaştan karşılıyorsunuz. Sonra biz bu suları bir de içemiyoruz. Yerel yönetimler sadece suyu temin etme misyonunu üstlenmiş, kendilerini bununla sınırlandırmış durumdalar. Oysa yerel yönetimlerin ve kamunun, içilebilir kalite ve lezzete su sağlama sorumluluğu var. Aşırı klorlu suları yurttaşa göndermek doğru bir su politikası değil. Suyun hijyenik hale getirilmesini daha ucuza mal etmek istiyorsanız, klordan önce yapmanız gereken bir dizi başka şey var.