Küresel su adaleti hareketinin bir parçası olmalıyız

Kamunun su meselesinde sorumluluklarını yerine getirmemesi yeni bir olgu değil. Recep Tayyip Erdoğan yakın bir zaman önce 1990’ları ve kendisini de katarak hepimiz İstanbul’a ihanet ettik demişti. Fakat mevzunun sadece kozmetik bir kent bozulması olmadığını kavramamız gerekiyor. Ayrıca mesele sadece İstanbul’a özgü, sadece Türkiye’ye özgü bir şey de değil. Küresel bir su krizinden bahsediyoruz.

Şiddetlenen su krizinde son on altı yılın ayrı bir önemi olduğunu da söylemek lazım. Çünkü hükümetin 2023 dediği bir dizi hedefi var. 2023 yılı çok sayıdaki alanda projeyi de belirliyor. Örneğin Türkiye şu anda hidrolik potansiyelinin yüzde otuz üçünü kullanıyor. Ama 2023’e kadar yüzde yüze ulaştırmak gibi bir hedefi var. Yine kömürlü termik santraller açısından şu anda 23 tane termik santrali var, buna 80 tane daha eklemeye çalışıyor. Türkiye nükleerle tanışmamış bir ülkeyken üç tane nükleer santral yapma hedefi var. Bunların hepsi suyu kullanan, tüketen ve kirlenmesine yol açan projeler. Bunları hayata geçirdiğimizde Türkiye açısından çok ciddi bir su problemi yaşayacağız.

Küçük bir örnek vermek gerekirse, Konya Karapınar’da büyük bir termik santral projesi yapılmaya çalışılıyor. Bu proje hem iklim değişikliğine olumsuz anlamda bir katkıda bulunacak, hem de su stresi yaşanan bir bölgede, su varlıklarını bizatihi tüketecek. Yani sorunu katmerlendirecek bir şeyden bahsediyoruz. Ama bir yandan da biz Konya’yı tarım alanı olarak kullanıyoruz. Yani gıda ihtiyacımızın bir kısmını oradan karşılıyoruz. Bu büyük bir çelişki.

Şunu da son dönemde basında sık sık görüyoruz, Konya’daki yer altı suyu son otuz – otuz beş yıl içerisinde 35-40 metre aşağı indi. Obruklar oluşuyor. Bu obrukların oluşma nedeni yer altı suyunun azalması. 300 tane obruktan bahsediyoruz. Kiminin çapı bir kilometreyi buluyor. Ufak bir sallantıda göçükler oluyor. Sadece 2017 yılı içerisinde 8-9 tane obruk oluştu. Bunlar daha öncesinde daha tepelik alanlarda oluşurken, şimdi direkt tarım alanlarının içerisinde, yerleşim alanlarına yakın bölgelerde oluşmaya başladı. Bir gidiyorsunuz tarlanız yok, çökmüş.

İstanbul 2018’de susuz yazı oynayacağız gibi gözüküyor. Barajlardaki doluluk oranları nispeten iyi. Ama şunu unutmayalım, 2014 yılında çok ciddi bir su krizi yaşadık. Barajlardaki doluluk oranları yüzde on yediye inmişti. O dönemde üretilen bir çözüm vardı. 2014 yılında su kesintisini yaşatmamak için Sakarya’nın suyunu İstanbul’a getirdiler.

Önemli bir mevzudur suyun kesilmesi, insanlar ayaklanır. Dünyada muhtelif şekillerde şehirlerde su nedeniyle ortaya çıkan ayaklanmalar vardır. Ama Sakarya’nın suyunu İstanbul’a getirdiklerinde, onu arıtabilecek nitelikte arıtma tesisi yoktu. Sanayi ve tarımsal faaliyetten dolayı kimyasal olarak kirlenmiş bir Sakarya suyunu biz 2014 yılında paçallama denilen yöntemle, yani seyrelterek İstanbul’da kullandık. Evet, sular kesilmedi, ama biz kirli su içtik.

Melen pojesi var, barajlar var, bunlarla su akıtılır İstanbul’a. Ama bunlar bir çözüm değil. 2018 yılında olmasa da bunu takip eden yıllar içerisinde ciddi bir su sıkıntısı yaşayacağız. Dünyanın çok sayıda şehrinde olduğu gibi… Daha geçen hafta içerisinde dünyanın en büyük beş yüz şehrinin dörtte birinin, yani 125 şehrin 2030-2040’larda ciddi bir su krizi yaşayacağı doğrultusunda bir haber yayınlandı. İstanbul’da bu şehirlerden bir tanesi. Bu şehirler arasında milyonluk, 10-20 milyon insanın yaşadığı şehirler var.