Trakya Platformu’nun suyu müşterekleştirme mücadelesi

Bu hafta Su Müştereği programında İ.Ü Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Doğanay Tolunay ile birlikte 5 Haziran’da Trakya Platformu tarafından gerçekleştirilen “Trakya’da Çevre Sempozyumu” hakkında konuştuk.

5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde Trakya Platformu tarafından “Trakya’da Çevre Sempozyumu” düzenlendi. Bu etkinliğin hem katılımcı sayısı hem çeşitliliği hem de sonuç bildirgesi Su Müştereği programı olarak dikkatimizi çekti. Etkinlikte  “Değerlerimize Yönelik Tehditler: Mevcut Duruma Yönelik Kanıtlar ve Planlanan Gelecek” başlıklı oturumun  “Yaşam Varlıklarımıza Tehditler: Toprak, Su, Hava” başlığı altında konuşma yapan Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ı konuk aldık.

Suyun müşterekleştirilmesi dediğimizde su politikalarının sadece özel sektörün çıkarlarına göre düzenlenmemesini değil devlete yani bürokrasiye de terk edilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Su, o havzada yaşayanların oluşturdukları platformlar tarafından kullanım öncelikleri belirlenerek halkın katılımı ile demokratik bir şekilde yönetilmeli yani müşterekleştirilmeli. Trakya Platformu oluşturduğu geniş katılımcı ağıyla böyle bir müşterekler siyasetinin potansiyellerini barındırıyor. Bu nedenle bu haftayı Trakya Platformu’na ve düzenledikleri sempozyuma ayırdık.

Trakya Platformu’nun paylaştığı sempozyum sonuç bildirgesi şöyle:

“Dünya Çevre Günü Etkinlikleri Kapsamında 5 Haziran 2018 günü Tekirdağ’da Trakya’da Çevre Sempozyumu düzenlenmiştir. Sempozyum’a Başkanlık Dönemi Tekirdağ Büyük Şehir Belediyesi’nde olduğundan Trakya Belediyeler Birliği ev sahipliği yapmıştır. Sempozyumun bilimsel programı, Trakya Platformu öncülüğünde; çok sayıda Sivil Toplum Kuruluşu (STK), Trakya Kent Konseyleri Birliği, Demokratik Kitle Örgütleri, TMMOB Trakya Odaları, Tekirdağ Barosu ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) katkısıyla oluşturulmuştur. Tek günde gerçekleşen Sempozyum’da açılış konuşmalarının ardından, öğleden önce iki ve öğleden sonra iki panel gerçekleştirilmiştir. Panellerde ilk olarak Trakya’nın değerleri konuşulmuş, ardından farklı alanlardaki tehditler ve etkileri bilimsel veriler ışında tartışılmıştır. Sorunların, sorumluların ve çözüm önerilerinin konuşulduğu bir forum ve ardından kapanış bildirgesinin okunması ile Sempozyum sona ermiştir. Sempozyum, yaklaşık 400 kişinin katılımı ile halk, çevre ve sağlık örgütleri, belediyeler ve bölge üniversiteleri tarafından büyük ilgiyle izlenmiştir.
Sempozyum’da konuşulduğu şekliyle özetlenmeye çalışılan sorunlar ile ilgili olarak sağlık, çevre alanında çalışan meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları ve akademi işbirliği içinde teker teker ele alınarak strateji ve çözüm geliştirilmesi amaçlanmaktadır.
Trakya’nın doğası için, yaşam alanlarımız, Trakya’da var olan ekosistemler için; çarpık kentleşme, kontrolsüz sanayileşme, her geçen gün artan taş, maden ocakları ve kaya gazı işletmeleri, kurulması planlanan termik santraller, rüzgâr enerji santralleri ve nükleer santral, bilinçsizce kullanılan tarım ilaçları, kirlenen yer altı ve yüzeyel su kaynakları ve varolan kısıtlı Trakya suyunun İstanbul’a taşınması projeleri genel olarak iklim için özel olarak da ekosistem, biyoçeşitlilik ve bölge için büyük tehdit oluşturmaktadır.
2001  2016 yılları arasında Trakya’da 25 bin hektar orman alanı yok olmuş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre Trakya’nın havası ve yüzeysel su kaynakları giderek kirlenmiş, yeraltı suları azalmıştır.
Oysaki iyi ve sürdürülebilir gelecek için, doğal varlıkların, somut olan ve olmayan kültürel mirasın korunması ile çevre ile birlikte sağlık hakkının da savunulması gerçekleşir.
1986 yılında yayınlanan Ottowa Sözleşmesi, sağlıklı çevreyi, kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını, doğanın sunduklarının sınırlı olduğunu, sosyal adalet içinde uygun biçimde kullanılması gerektiğini, sağlığın ön koşulları arasında saymaktadır.
Sağlığımızın belirleyicileri olan iş ve yaşam koşulları, zorunlu yaşam biçimi değişiklikleri, sağlık ve diğer sosyal hizmetlere erişim, sınıfsal konum çevrenin korunması ile doğrudan ilişkilidir. Çevre planları, imar planları gibi çevresel etmenler sağlık hakkının da belirleyicileridir. Yasama ve politikaların belirlenmesi aşamasından başlayarak, yaşam alanlarının düzenlenmesi, iş ve sosyal yaşam çevresinin düzenlenmesine kadar tümü sağlık hakkı ile ilişkilidir.
Türkiye’deki bitkilerin 1/3’ü sadece Türkiye’ye özgüdür. Trakya bölgesi Türkiye’nin biyolojik olarak en zengin bölgelerinden biridir. Türkiye faunasının %40’ı, florasının %20’sini barındırmaktadır. Son buzul çağında Avrupa’dan kaçan tüm canlılar (insan, bitki ve hayvanlar) için Anadolu’ya geçişte Trakya, bir göç yolu olmuştur ve hala pek çok canlı için göç yolu olmaya devam etmektedir. Trakya’nın en büyük sorunlarından biri olan tarım ilaçlarının denetimsiz ve yoğun kullanımı, biyoçeşitliliği yok etmektedir. Bölgedeki biyoçeşitliliği korumanın en önemli yolu, konuya farkındalık geliştirmek, kamuoyu oluşturmak ve korumak için birlikte mücadele etmektir. Akademi, vatandaş, yetkililer ve kurumlar ile bilimi bir araya getirmeli, uygun takip ve denetim sistemi geliştirilme, mevzuat ekosistemi koruyacak şekilde olumlulaştırılmalıdır.
Enerji politikaları incelendiğinde, enerji kullanımı verileri üzerinden enerji gereksinimleri hesaplandığında kamu tarafından yapılan açıklamalar ve hesaplamalarda ciddi hatalar olduğu görülmektedir. Türkiye’nin enerji gereksinimi bulunmadığı gibi uygun ve çevre dostu enerji planlarıyla daha temiz bir gelecek inşası olanaklıdır. Yanlış enerji politikaları ülkemiz ve bölgemizde ciddi çevre ve sağlık tehdidi oluşturmaktadır. Başta kömürlü termik santraller (KTS) olmak üzere pek çok işletme daha inşa aşamasından başlayarak doğanın katledilmesine yol açmakta, tarım alanlarını, yaşam alanlarını talan etmekte, ekosistemi ve insan sağlığını tehdit etmektedir. KTS’ler, nükleer santraller yapıları gereği soğutma suyuna gereksinim duyarlar. Bu nedenle, deniz, dere gibi yeryüzü sularının yakınına ya da yer altı su kaynaklarını kullanmak için yer altı su havzalarının üzerine inşa edilmeye çalışılırlar. Trakya’da kurulması planlanan KTS’ler özellikle yer altı su havzasından zengin bir bölgeye kurulmak istenmektedir. Bu nedenle de çalışmaya başlamasıyla birlikte kıymetli yeraltı sularını başta soğutma olmak üzere üretimin pek çok aşamasında ve aşırı olarak kullanıp kirletecektir. Ek olarak, oluşturduğu baca gazları, küller vb. atıklar ile hava, su ve tarım alanlarını kirleterek tüm canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir. Kurulacak termik santrallerin oluşturacağı ozon kirliliği, ağır metal kirliliği, uçucu organik madde kirliliği ile ilgili olarak bugünkü teknoloji ile alınabilecek herhangi bir önlem yoktur. Günümüz teknolojileri ile inşa edilen modern(!) santrallerde bile baca filtreleri -ne kadar gelişmiş teknoloji kullanılırsa kullanılsın- çok tehlikeli kanserojen maddeleri içinde barındıran Partikül Madde (PM) 2,5 denen maddeleri tutamamaktadır. Bu kirlilik başta bu işletmelerde çalışanlar olmak üzere, 30 km yarıçapındaki hava su ve tarım topraklarını zehirlemekte, rüzgârlar ile yüzlerce km. öteye taşınabilmektedir. Aslında yenilenebilir bir enerji kaynağı olan Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) doğal özellikleri dikkate almaksızın yerleştirilmeleri nedeniyle ekosistemin dengesini bozarak, habitatın parçalanmasına, ormansızlaşmaya ve başta kuşlar olmak üzere pek çok canlının doğal yaşam alanlarının bozulmasına yol açmaktadır.
Çevre ile doğrudan ilgisi yokmuş gibi düşünülen ve yakın zamanda çıkartılan mevzuat çevresel açıdan incelendiğinde ciddi sorunlar göze çarpmaktadır. Özellikle 6360 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerle pek çok kentte Büyükşehir Belediyeleri oluşturulmuş, köylerin tüzel kişiliği ve beldeler ortadan kaldırılmıştır. Bu yasalar ile çarpık kentleşmenin önü açılmış, ortadan kalkan bu tüzel kişiliklerin temsiliyet düzeyleri azalmış, demokrasiye ilişkin güçlü bağlar ortadan kaldırılmış, halkın tanımadıkları temsilcileri seçme sorunu oluşmuştur. Sosyolojik olarak köy varlığı sürerken, yasal olarak mahalle varlıkları oluşmuş, imar planları, vergilendirme vb.lerinde değişiklikler ortaya çıkmıştır. Bu şekliyle pek çok arazinin 2B özelliğini kaybetmesinin önü açılmış, bir yıl ikamet edilerek orman köylüsü olmanın yolu açılarak orman arazilerinin tahrip edilmesinin önündeki engeller de kaldırılmıştır.
Doğaya yaptığımız her müdahalenin bir karşılığı vardır, bu karşılık toplumsal düzeyde, bazen ölümcül de olabilmektedir. Yaşadığımız çevre felaketleri bize bunu her gün apaçık hissettiriyor. Yazın yağan dolular, seller, orman yangınları, mevsimlerin değişmesi, iklim değişikliğinin istenmeyen sonuçlarından bir bölümüdür. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın raporları ve açık erişimli verileri incelendiğinde Trakya’da hava, su, toprak kirliliği çok belirgindir. Bölgemizde su kirliliği en önemli sorundur. Neredeyse tüm hava kalitesi izleme istasyonlarının verilerine göre Trakya zehir solumaktadır. Tekirdağ ve Edirne’de su kirliliği birinci sırada yer alırken, çok sayıda yeni KTS açılmaya çalışılan Çanakkale’de bu haliyle bile hava kirliliği sorunu birinci sırada yer almaktadır.
Çevre kirliliği, hava su ve toprak kirliliğine yol açıyor. Kirli alanlardaki hava sağlığımızı doğrudan tehdit ederken, kirli sularla sulanan, kirli toprakta yetişen gıdaları tüketiyoruz, hatta bu kirlilik içinde yaşayan/beslenen canlıları tüketiyoruz. Yani bu zehirli maddeleri sadece solumakla kalmıyor, yiyoruz, içiyoruz ya da cildimizle temas ediyoruz. Bu kirliliklerin diğer canlılar, insan ve doğa üzerindeki etkisini göstermek için onbinlerce bilimsel çalışma yapılmıştır. Bunların binlercesi de bölgemize aittir. Bu çalışmalardan bir kaçı metnin sonunda özetlenmiştir.
Ne yapalım?
Başta Trakya olmak üzere ülkemizde bütün bu çevre tahribatını önlemek için ilk olarak, var olan problemin farkına varmalıyız; değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bizden önce var olan, varlığını sürdürmek için insanlara gereksinimi olmayan yaşam varlıklarımızın ( toprak-hava-su) değerinin farkında olalım, çocuklarımızın emaneti olarak görelim, onları kendilerine ve yandaşlarına kar alanı olarak sahiplenen kibire, özensizliğe dürüstçe karşı çıkalım, talan edilmelerini önleyelim,  doğruluk ve onurla, sabırla mücadele edelim.
Halk, STK’lar, meslek örgütleri, üniversiteler ve yetkililer olarak, hepimizin sorunu olan bu ciddi sorunla mücadele için bir araya gelmeliyiz
Nedenlerini anlaşılması için bilimsel çalışmalar yapmalıyız;
Nedeni bulduktan sonra bu sorunlar ile baş etme olanak ve yeteneği geliştirmeliyiz;
En son eve en önemlisi sorunun varlığıyla ilgili değerler duygusu geliştirmeli ve çözmek için politik iradeye sahip olmalıyız.
Temel Çözüm Önerilerimiz:
Sempozyumda konuşulanları hava kirliliği, toprak ve su kirliliği ve çevre tahribatı ve biyoçeşitliliğin azalması olarak üç temel başlıkta sınıfladık ve her başlık altında çalışılacak konuları maddeler halinde sunmaya çalıştık.
A)Hava kirliliği ile ilgili öneriler
1.Hava kirliliği mevzuatının Dünya Sağlık Örgütü standartlarına uygun hale getirilmesi,
2.Hava kalitesini gösteren ölçüm parametrelerinin sayısının tüm ölçüm istasyonlarında standart biçimde olmak üzere artırılması,
3.Hava kirliği ölçüm aletlerinin sayısının arttırılması ve özellikle ölçüm aletlerinin sanayinin kirletici rolünün belirlenebilmesi için sanayi bölgelerinde; yaşamsal alanlarda bireysel olarak maruz kalınan kirliliğin belirlenebilmesi için de bölgeyi temsil edecek biçimde meskûn mahallelerde de kurularak net ölçülmesi,
4.Hava kirliliği farkındalığını arttırmak için ölçüm istasyonu sonuçlarının panolarda paylaşılmasının sağlanarak herkesin görmesinin sağlanması,
5.Kanserojen etkisi olduğu bilinen kirleticilerden PM 2,5 üst limitlerinin Türkiye mevzuatında yer alması,
6.Tüm kent konseylerinde çevre komisyonlarının kurulması, yerel belediyelerin çevre komisyonları ile kent konseyi çevre komisyonlarının iş birliği içinde çalışması, belediye ve il özel idarelerine hava kalitesi ölçüm istasyonlarını kurma, izleme ve raporlama görevinin tanımlanması
7.Kent konseyleri ve muhtarlar aracılığıyla her belediye ve il genel meclislerine “Kömürlü Termik Santral” istenmediğine dair karar aldırılması,
8.İl Mahalli Çevre Kurullarına yazılı başvurular yapılması,
9.Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin duyurularının ve Belediye Meclisi kararlarının sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi
10.Fosil yakıt kullanımını en aza indirecek yerel ve merkezi kararlılık için kamuoyu oluşturulması,
11.Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullananlara vergi indirimi vb. gibi çalışmalarda bulunulması ve ilgili bakanlıklar ile görüşmeler yapılması,
12.Yenilenebilir enerji kaynaklarını için uygun yerlerin ve özelliklerinin -doğal ve sosyal yaşam alanları- doğru belirlenmesi,
13.Hava kirliliği konusunda çevre bilinci oluşturmak için etkinlikler düzenlenmesi, farkındalık çalışmalarının yürütülmesi,
14.Tıp eğitiminde çevre ve sağlık ilişkisi üzerinden koruyucu hekimlik uygulamaları ve savunuculuk faaliyetlerinin öneminin vurgulanması
15.Konuyla ilgili mevcut literatürün arşivlenmesi, bilimsel çalışma için kullanıma sunulması,  sistematik veri toplama ve bilimsel çalışmaların yapılması,
B)Toprak ve Su Kirliliği
1.Zeytinlikler, meyvelikler, bağlar vb ile doğal orman ve meraların statüsünün korunması, değiştirilmemesi, enerji yatımlarına kapanması, tarımsal sit alanı ilan edilmesi konusunda ilgili bakanlıklarla girişimlerde bulunulması, var olan fiili durumlar ile ilgili hukuksal mücadele verilmesi, kamuoyu oluşturulması,
2.Kent konseyleri ve muhtarlar (Kent Konseyi Mahalle Meclisleri) aracılığıyla her il genel meclisi ve belediye meclisine “zeytinliklerin, meyveliklerin, bağların vb, doğal orman ve meraların” korunmasına dair karar aldırılması,
3.Toprak ile ilgili her türlü müdahalede “Valetta Sözleşmesi” kurallarına uyulması ve toprağa ait arkeolojik verilerin korunması,
4.Plastik, ambalaj atıkları, yağmur suyu vb. geri dönüşüm ve geri kazanım uygulamaların yaygınlaştırılması,
5.Yağmur suyunun yeniden kullanımının sağlanması amacıyla konutlarda yağmur suyu toplama sistemlerinin oluşturulmasının zorunlu kıldırılması,
6.İyi tarım uygulamalarını özendirilmesi, teşvik edilmesi, nitratsız gübre ve uygun pestisit kullanımı ve önemi konusunda eğitimler düzenlenmesi, denetimler yapılması, uygun sulama tekniklerinin kullanılması konusunda teşvik/destek verilmesi, farkındalık yaratarak iyi tarım uygulamaları ile üretilmiş ürünleri tercih konusunda kamuoyu oluşturulması,
7.Su havzalarının korunması konusunda RAMSAR anlaşması kapsamına alınması  (İğneada Longozu) ve bu kuralların herhangi bir nedenle esnetilmemesinin sağlanması,
8.Mevzuatta yer alan “Yeraltı Su Besleme Alanları”nın üzerinde her türlü (özellikle de madencilik faaliyetine ) faaliyete kapalı olması ibaresi uyarınca yer altı su kaynaklarının korunması konusunda adli ve idari tedbirlerin etkin olarak uygulanması,
9.Bertaraf tesislerinin imar planlarına işaretlenmesinin sağlanması,
10.İl Mahalli Çevre Kurullarına yazılı başvurular yapılabildiği bilgisinin yaygınlaştırılması,
11.Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin duyurularının ve Belediye Meclisi kararlarının sürekli ve düzenli olarak takip edilmesini sağlanması,
12.Sanayi ve evsel atık suların vahşi deşarj ile tatlı su ve denizlere salınmasının engellenmesi, ivedilikle biyolojik ve kimyasal arıtmaların kurularak uygun bertarafının sağlanması,
13.Atık su mevzuatında değişiklik yapılarak renk arıtmasının da kriterler arasına alınmasının ve bu şekliyle arıtılmış suyun farklı amaçlarla kullanılarak değerlendirilmesinin sağlanması,
14.Suyun yaşamsal önemi konusunda çevresel bilincin oluşturulması etkinlikleri ile ilgili çalışmalar yürütülmesi,
15.İçme suyu barajlarının ve havzalarının her türlü kirleticiye karşı koruma altına alınması,
16.Tıp eğitiminde su ve sağlık, beslenme ve sağlık ilişkisinin kurulması konusunda bilgi ve tutum geliştirilmesinin amaçlanması
C)Çevre Tahribatı ve Biyoçeşitliliğin azalması
1.Biyotermal enerji, maden arama, taş ocakları, doğal gaz ve kaya gazı arama çalışmaları, hurda metal geri dönüşümü vb. nedenler ile çevre tahribatının önlenmesi,
2.Doğal ormanların (Istrancalar) Biyosfer Rezervi olarak korunması için ilgili bakanlığa başvuruda bulunulması,
3.ÇED gerekli değildir ibaresinin kaldırılması konusunda mücadele verilmesi,
4.Yer altı kaynak sularını açığa çıkaran ve bu sular üzerinde faaliyet gösterenlerin ruhsat iptali
5.Bilinçlendirme ve farkındalık yaratma etkinliklerinin (eğitim, broşür, kitapçık vb.) düzenlenmesi,
6.Bilimsel akademik çalışmalar yürütülmesi, çevresel ölçümlerin yapılması ve sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılması,
7.Istrancaların Paleoarktik bölgenin ana kuş darboğazlarından birinin üstünde yer aldığı, bu nedenle, bölgede RES inşa edilmesinin tüm biyocoğrafya bölgesindeki avifaunayı çok ciddi olarak etkileyeceği,  olumsuz sonuçlar doğuracağı, Istrancaların kuş göç yolları açısından stratejik konumu -bilimsel raporlarda, bilirkişi raporlarında ve mahkeme kararlarında yer almıştır- göz önüne alınarak bölgede RES kurulumundan kaçınılması için kamuoyu yaratılması,
8.İklim değişikliği ve sağlık ilişkisinin kurulabilmesi için farkındalık geliştirilmesi çalışmaları yapılmaları
Üretim ve tüketim düzenleri daha fazla üretip daha fazla tüketmek mantığı ile doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlanamaz.
Başta Trakya olmak üzere ülkemizde ve giderek tüm Dünya’da çevreyi savunmak, yaşamı savunmak demektir. Yapılan yanlış uygulamalar Dünya’mızın ve hepimizin sonunu getirmektedir. Genelde ülkemizin yatırım ve uygulamaları, yerelde Trakya’nın il bazında ve bölge bazında planlanması bilim, hukuk ve kamu yararı kavramları rehberliğinde insan ve doğa lehine yapılmalıdır. Trakya topraklarının tarımsal SİT alanı olması sağlanmalıdır. Gerçeğe ve bilime aykırı planlamaya karşı, hukuk mücadelesi güçlenerek sürmelidir. Çevreyi koruma mücadelesi herkesin içinde olduğu bir mücadele alanına çevrilmelidir. Politika geliştirirken koruyucu yaklaşımın benimsenmesi, kirletici unsurlar ve yarattıkları sağlık sorunlarını tespit edecek bilimsel araştırmalara olanak sağlanmalı, destek verilmelidir. Bilimsel araştırma sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalı, gerekli önlemler acilen alınmalıdır. Çevre kirliliğine yol açmak, sağlıklı olma hakkının önünde bir engeldir ve insanlık suçu olarak değerlendirilmelidir. Çevre suçlarının uluslararası mahkemelerde değerlendirilmesi için girişimler başlatılmalıdır.
Sağlıklı bir çevrede yaşamak haktır, sağlıklı çevrede yaşam hakkının savunucusu olmalıyız. Sürdürülebilir kalkınma değil, sürdürülebilir bir gelecek istemeliyiz… Doğal kaynakların sınırsız olduğu yanlışından dönmeliyiz.”