Su Hakkına ve Sanitasyona Neden İhtiyacımız Var?*

“Su olmazsa açlıkla mücadele edemeyiz, okullarda tuvalet olmazsa kızlar daha eğitimlerini tamamlamadan okuldan ayrılmaya devam edecekler ve uygun sağlık koşulları ve hijyen olmazsa hastalıklar yayılmaya devam edecek. Bunun sonucunda çocuk ölümleri artacak ve anne sağlığı kötüleşecek.”[1]

Andres Berntel (Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü)

1948’de yayınlanan Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde su yer almaz, çünkü o tarihte hiç kimse bir gün dünyada temiz su kalmayacağını düşünemezdi. Fakat daha sonra insanlar dünyada hidrolojik çevrim içinde sınırlı ve belirli miktarda su olduğunu ve bu suyun yok edilemeyeceğini öğrendiler. Dolayısıyla insanlar suyu, çölde mısır yetiştirmek için kullandılar, sanki bir çöpmüş gibi okyanuslara döktüler ve küresel pazar ekonomisini desteklemek için su havzalarını sanal su ihracatı yoluyla dışarı gönderdiler. Böylece suyu, sanki yok edilemeyecek kadar dayanıklıymış gibi nedensiz yere kirlettiler, kötü yönettiler ve onun yerine başka şeyleri ikame ettiler.

İnsanlar, bundan yüz yıl önce var olmayan Borewell teknolojisini kullanarak yer altı suyunu acımasızca ve endişe verici düzeyde çıkardılar. 1960 ve 2000 yılları arasında yer altından olması gerekenden fazla çıkarılan su miktarı iki katına çıktı ve bunun sonucunda dünyada denizlerin seviyesi yüzde 25 yükseldi.[2] Yakın zamanda, su yoğunluklu sanayilerin, küresel su kaynakları hakkında yaptığı ve Dünya Bankası tarafından koordine edilen bir araştırmaya göre, 2030 yılında küresel su talebi varolan su kaynaklarından yüzde 30 daha fazla olacak.[3] İnsanlar için yenilenebilir tek en büyük su kaynağı ve akuatik biyoçeşitlilik potası olan nehirler meşum bir oran krizi içerisinde. Nature dergisine göre, dünyadaki insan nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i nehirlerin tehdit altında olduğu bölgelerde yaşıyor ve bu durum su güvenliği üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor.[4]

İnsanlar su havzalarını hem kirletiyor hem de talan ediyorlar. Dünyanın büyük bölümünde yüzey ve yer altı suları kirletilmiş durumda ve içmek, yemek yapmak ve balık tutmak için güvenli değil. Küresel Güney’de lağım suyunun yüzde 90’ı ve sanayi atığı olan suyun yüzde 70’i herhangi bir arıtma işlemine tabi tutulmadan yüzey suyuna dökülüyor. Her gün 2 milyon ton lağım suyu ve sanayi atığı (yaklaşık 2 milyar kilogram) dünyada bulunan suların içine boşaltılıyor. Bu miktar, 6.8 milyarlık insan nüfusunun toplam ağırlığına eşit. Bir yılda üretilen atık su miktarı, dünyanın bütün nehirlerinde var olan su miktarının altı katı.[5]

Bu iki kriz, yani suyun azalması ve su kaynaklarının zehirlenmesi kendi başına aşırı derecede endişe vericidir, buna bir de insanlar arasındaki sınıf ve gelir eşitsizliği eklendiğinde bu kriz ölümcül hale geliyor. Yapılan bütün ölçümler, küresel gelir eşitsizliğinin yüz yıl önce olduğundan daha kötü olduğunu gösteriyor. Dünyada küçük bir azınlık varlıkların büyük çoğunluğuna sahip. Fakat, bu refahın içinde dünyada milyarlarca insan yoksulluk içinde yaşıyor ve bu durum onların suya erişimini de etkiliyor. Gelişmiş dünyada doğan bir çocuk, gelişmekte olan dünyada doğan bir çocuğa göre 30-50 kat daha fazla su tüketme şansına sahip. Gelişmekte olan dünyada bulunan şehirlerin etrafı büyük çoğunluğunu iklim ve gıda mültecilerinin oluşturduğu gecekondu bölgeleri ile çevrilmiş durumda. Bu insanlar kendi geleneksel su kaynaklarına erişemiyorlar çünkü bu su kaynakları ya yok olmuşlar ya da kirletilmişler ve yakın zamanda özelleştirilen su hizmetlerinin sunduğu yüksek su fiyatlarını ödeyemiyorlar, dolayısıyla bu mülteciler içme suyu olarak, insanlığın ürettiği atıklar ve sanayi zehirleri tarafından kirletilmiş suyu kullanmak zorundalar.

Suların giderek metalaşması, parası olmayan insanların suya giderek daha zor erişebilmesine neden oluyor. Dünya Bankası, birçok yoksul ülkeyi su hizmetlerini kâr için çalışan özel şirketlere devretmeye teşvik ediyor ve bu durum dünyada yoksul olduğu için bu anlaşmaların dışında kalan milyonlarca insanın şiddetli direnişine yol açıyor. Diğer mücadeleler ise, genellikle yoksul ve yerli topluluklarının yerel su kaynaklarını çeken içme suyu şirketlerine karşı verdiği mücadeleler şeklinde gerçekleşiyor. Ülkeler ve yatırım fonları, gelecekte suya ve toprağa erişebilmek için güney yarım kürede devasa miktarlarda araziler satın alarak o bölgedeki “toprakları gasp ediyorlar”. Bazı ülkeler, bir zamanlar yerel topluluklara ve çiftçilere ait olan sularını gasp ederek açık artırma ile maden şirketleri gibi küresel şirketlere satıyorlar. Birçok ülke su pazarları oluşturuyor ve su ticareti yapıyor, böylece genellikle özel şirketler ve endüstriyel çiftlik işletmelerinin sahip olabildiği su lisansı yoluyla su, onu alma gücüne sahip olanlar için, zaman zaman açık uluslararası pazarda biriktirilebilen, alınıp satılabilen ve ticareti yapılabilen bir meta haline geliyor. Dolayısıyla su, onu satın alabilecek araçlara sahip olanların özel mülkiyeti haline geliyor ve bu araçlara sahip olmayanların suya ulaşması giderek zorlaşıyor. Tüm dünyada küçük çiftçiler, köylüler, yerli halklar ve yoksullar bu özel çıkarlara karşı çıkabilecek gücü bulmakta zorlanıyorlar. Su şirketlerinin küresel finansal kurumlar tarafından desteklenen faaliyetleri küreselleştikçe ulus-devletin araçlarının vatandaşlarını korumaya yetmediği giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Bu krizle başa çıkmak için bir dizi girişim var fakat bunlar da yeterli değil. BM, 2000 yılında, devam eden yoksulluğun en kötü taraflarıyla baş etmenin bir yolu olarak BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni (MDGs) kabul etti. Su ve sağlık koşullarını geliştirme konusunda verilen sözler, güvenilir içme suyuna ve temel sağlık koşullarına erişemeyen insan sayısını 2015 yılında yarıya indirmeyi amaçlıyor. BM, sağlıklı yaşam koşullarını geliştirme hedeflerinin gerisinde olduğunu itiraf ederken içme suyuna erişebilme konusundaki hedeflerine daha yakın olduğunu ileri sürüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, 1990’dan beri 1.3 milyar kişi daha kaliteli içme suyuna erişebilme olanağı kazandı ve BM içme suyu konusunda hedefine ulaşmak ve hatta bunu aşmak üzere. Fakat bu iddia ile ilgili pek çok soru işareti var. İçme suyuna erişim konusunda BM’nin kullandığı ölçümlerden birisi bir ülkeye döşenen boruların miktarı . Fakat boru döşenmesi o borudan temiz suyun aktığı anlamına gelmez, hatta o borudan temiz su akıyor olsa bile, bu su çok uzaktan geliyor olabilir. Ayrıca, hükümetler bu hedeflere ulaşmak için harekete geçseler bile, küresel su stoklarındaki azalma insanları yeni bir krize sürüklüyor.

Dünya Ticaret Merkezi Su Yönetimi’nin başkanı Profesör Asit Biswas bu iddiayı “palavra” olarak nitelendiriyor ve BM’nin verdiği son tarih olan 2015 yılında, bu hedeflerin konulduğu gün olduğundan çok daha fazla sayıda insanın su krizinden dolayı zarar göreceğini söylüyor.[6] BM eski Bağımsız Uzmanı ve şu anda İnsan Hakları Konseyi Özel Raportörü olan ve güvenli içme suyu ve sağlık koşulları konusunda konseyin danışmanlığını yapan Catarina de Albuquerque, “BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin sahip olabileceği kasıtsız fakat yanlış etkiyi görebiliyorum. Bu hedefler, hükümetlerin hedefe ulaşma konusundaki başarıları konusunda kendileriyle gurur duymalarına neden olurken, maalesef hala temiz suya erişemeyen yoksulları, göçmenleri, gecekonduda yaşayanları ve etnik azınlıkları unutuyor.”[7] Ayrıca, bu başarı iddiaları, krizin giderek derinleştiğini iddia eden diğer BM raporları ile çelişiyor. Örneğin BM Habitat raporlarına göre, 2030 yılında büyük şehir merkezlerinde yaşayan nüfusun yarısı, suya ya da sağlıklı yaşam koşullarına erişemeyen gecekondu sakinlerinden oluşacak. Ve Afrika üzerine hazırlanan yeni bir kapsamlı rapora göre, Afrika’da kişi başına suya erişim imkânı giderek azalıyor ve kıtadaki 53 ülkeden sadece 26’sı BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde belirtilen içme suyu hedeflerine ulaşma yolunda ilerliyor.[8]

BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’nde su ile ilgili olarak verilen sözleri yerine getirmek için çok daha fazla paraya ihtiyaç var. Peter Gleick, dünya suyu üzerine hazırladığı 2008/2009 bienal raporunda, BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin su ve sağlık koşulları konusundaki hedeflerinin gerçekleşebilmesi için bu alanlara ayrılan paranın yılda 14 milyar dolardan 72 milyar dolara çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Gleick, şu an ayrılan para ile bu hedeflere ulaşılmasının mümkün olmadığını söylüyor ve BM’nin yetersiz fon ayırmasının yanı sıra, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın raporlarına göre zengin ülkelerin su ve sağlıklı yaşam koşullarının geliştirilmesi için yaptıkları uluslararası finansal yardımın giderek azaldığını gösteriyor.[9] Dolayısıyla, BM Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin, su ve sağlıklı yaşam koşullarına erişim olanağı bulunmayan ve bundan dolayı zarar gören milyarlarca insan için bir çözüm oluşturmadığı çok açık.

Bu arada güney yarım kürede ve giderek artan bir biçimde kuzey yarım kürüde de her geçen gün yok olan temiz su kaynakları için para ödeyemeyen yoksul topluluklar hastalanıyor ve ölüyorlar. Büyükelçi Solón’un BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada belirttiği gibi, her yıl 3.5 milyon kişi su bazlı hastalıklar yüzünden ölüyor, dünyadaki hastane yataklarının yarısını su bazlı hastalıklardan zarar gören hastalar işgal ediyor, dünyada 1 milyardan fazla kişi içilebilir suya erişim olanağından yoksun ve 2.6 milyar kişi insana yakışır temel sağlık koşullarına erişim olanağından yoksun. Oregon Devlet Üniversitesi Su Mücadelesi ve Yönetimi ve Dönüşümü‘nde program direktörü olan Aaron Wolf, “Şu anki su krizi, HIV/AIDS, sıtma, tsunami, depremler ve bir yıl içinde yaşanan savaşlardan çok daha büyük bir kriz”, diyor.

Durum, kadınlar ve çocuklar için çok daha zor. 2006 yılında BM tarafından 177 ülkede gerçekleştirilen bir araştırma, kadınların her yıl su taşımak için 40 milyar saat harcadığını ortaya koyuyor. Birçok ülkede kadınlar her gün su çekmek için beş ya da altı saat harcıyorlar. Kız çocukları da bu iş sırasında onlara eşlik ettikleri için okula gitmekten mahrum kalıyorlar. Dolayısıyla, eğer bu ailelerin parası olsaydı çocukları ölmeyebilirdi ya da okula devam edebilirlerdi. Etkilenen insan sayısı açısından, temiz suya ve sağlıklı yaşam koşullarına erişim olanağının olmaması günümüzün en büyük insan hakları sorunudur. Bu hak tanınmadığı ve hükümetlere bu sorunu yeterli mali kaynaklar ile destekleyerek çözmeleri için yükümlülükler getirilmediği sürece insanların gördüğü zarar daha da artacaktır.

*Bu makale The Council of Canadians’ın Başkanı Maude Barlow tarafından hazırlanan OUR RIGHT TO WATER: A People’s Guide to Implementing the United Nations’ Recognition of the Right to Water and Sanitation adlı broşürden tercüme edilmiştir.

Dipnotlar

1 Anders Berntell, Stockholm Uluslar arası Su Enstitüsü Yönetim Kurulu Üyesi, UN Lagging on Water and Sanitation Development Goals, Thalif Deen, IPS News, 2 Eylül 2010

2 Marc Bierkens, Uluslararası Yeraltı Su Kaynaklarını Değerlendirme Merkezi, Groundwater Depletion Rate Accelerating Worldwide, Utrecht Üniversitesi, 23 Eylül 2010

3 McKinsey&Company ve Dünya Bankası, Charting our Water Future, 2009

4 Peter McIntyre ve Charles Vorosmarty, Global Threats to Human Water Security and River Biodiversity, Nature, Eylül, 2010

5 Pasifik Enstitü ve BM Çevre Programı, Clearing the Waters, A Focus on Water Quality Solutions, 2010

6 Asit Biswas, Water Pollution Expert Derides UN Sanitation Claims, The Guardian, 26 Nisan 2010

7 Genel Kurul, Human Rights Council Tests Declaring Water, Sanitation Human Rights “Breakthrough”, UN Department of Public Information, 25 Ekim, 2010

8 Africa Water Atlas, Birleşmiş Milletler Çevre Programı, 2010

9 Peter Gleick, The World’s Water 2008-2009, The Biennial Report on Freshwater Resources, Pasifik Enstitüsü