İMO: “Suyumuzu bekleyen en büyük tehlike: Kapitalizm’dir”

Kaynak: Yeni Adana, 21 Mart 2012
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, “Dünya Su Günü’nde suyumuz tehdit altında” dedi.

İMO Adana Şube Başkanı Abdullah Bakır, 21 Mart Dünya Su Günü nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada, “Su neden değerlidir, kapitalistler neden suya gözünü dikmiştir? Çünkü azdır, kıttır. İçme suyu baz alındığında bu durumun ürkütücü boyutlarda olduğu görülecektir.” dedi.

Bakır’ın yazılı açıklaması şöyle:

“2012 Dünya Su Günü’nü, iklim değişikliğinin yol açtığı doğa olayları, altyapısız ve çevre hassasiyetlerine uygunsuz endüstrileşme ile hızlı ve plansız kentleşmenin yarattığı sorunlar, su havzalarının yok edilmesi, suyun alınır satılır meta olarak kabul edilerek ticarileştirilmesi, akarsuların HES’ler üzerinden talan edilmesi gibi tehlikelerle karşılıyoruz. Dolayısıyla 2012 Dünya Su Günü’nde geleceğe dair umutlu değil, aksine kaygılı olduğumuzu belirtmek istiyoruz.

Gerçekten de bugün su, ulus ötesi büyük sermaye gruplarına, uluslararası tekellere peşkeş çekilmek istenmektedir. Günümüzde su endüstrisinin yıllık kârı 1 trilyon doları geçmiştir. Bu oran, petrol kârının yüzde 40’ı kadardır. Aynı şekilde suyun kârı, ilaç sektörünün yarattığı kârı yakalamıştır. Küresel kapitalizmin bu kârı görmezden gelmesi mümkün olmayacağına göre, suyu bekleyen asıl tehlike de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Su, kamusal ve insani bir hak değil de büyük karlar elde edilecek bir meta gibi görülmektedir. Suyumuz bekleyen tehlike kapitalizmdir. Daha şimdiden, kapitalizm, suyun yüzde 5’ini özelleştirme yoluyla ele geçirmiştir. Yüzde 5’inin yarattığı parasal değerin kapitalistlerin kâr hırsını kamçılayacağı düşünülürse, bunun anlamı açıktır. “Su savaşları” artarak devam edecek, sudaki özelleştirme süreci hızlanacak, HES projeleri bütün akarsuları kapsayacak şekilde yaygınlaşacaktır.

Su neden değerlidir, kapitalistler neden suya gözünü dikmiştir? Çünkü azdır, kıttır. İçme suyu baz alındığında bu durumun ürkütücü boyutlarda olduğu görülecektir.

Dünya’da 1400 milyon km3 su bulunmaktadır. Yeryüzündeki suyun yüzde 97’si tuzludur. Geriye kalan yüzde 3’lük kısmı ise büyük oranda Kuzey ve Güney kutup bölgelerinde buz halinde bulunmaktadır. Bu yüzde 3’lük suyun yüzde 0,7’lik kısmı kullanılabilecek tatlı su durumundadır. Tatlı sudan insanlar, bitkiler, yaban hayat, tarım ve sanayi yararlanacaktır. İnsanlar bu suyu içecek, kullanacak, sebze ve meyveler sulanacak, ekin yetiştirilecek, elektrik santralleri soğutulacak, sanayinin ihtiyacı karşılanacaktır. Su kıttır ve kıt olan her şey kapitalizmin iştahı kabarmaktadır. Dünya nüfusunun 2025’te 8.5 milyara, 2050’de ise 10-12 milyara ulaşacağı tahmin edildiğine göre, suya talep daha da artacak ve suya erişim zorlaşacak ve pahalılaşacaktır.

Madalyonun bir yüzünde dünya geneline dair gerçekler bulunurken diğer yüzünde ise Türkiye’nin yaşadığı su sorunu yer almaktadır. Türkiye sanıldığının aksine su zengini bir ülke değildir. Ülkemiz “su stresi yaşayan bir ülke” kategorisinde bulunmaktadır. Ancak ülkemizi bekleyen tehlike nüfus artışıyla açığa çıkacak, ülkemiz, 2030 yılında beklenen 100 milyonluk nüfus ile su fakiri ülkeler arasına girecektir.

Kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı Türkiye’de 1.430 m3’tür. Aynı oran Suriye’de 1.200 m3, Lübnan’da 1.300 m3, Irak’ta 2.020 m3, Asya ortalaması 3.000 m3, Batı Avrupa ortalaması 5.000 m3, Afrika ortalaması 7.000 m3, Güney Amerika ortalaması 23.000 m3, dünya ortalaması ise 7.600 m3’tür.

Tablonun okuması ise Türkiye’nin kişi başına düşen su miktarında dünya ortalamasının gerisinde olduğu ve önlem alınmazsa sorunun giderek büyüyeceği şeklindedir. Önlemlerin başında ise kamusal bir değer olan suyun, yine kamu kurumları eliyle yönetilmesi gelmektedir. Kamu kurumları suyun tutulması, çoğaltılması ve işlevsel kullanılması, israfın önlenmesi yönünde proje geliştirmeli, ülkemiz suyu sermayenin kar alanı olmaktan çıkarılmalıdır.

Konuyla ilgili görüşlerimizi HES’lerle ilgili vurgu yaparak tamamlamakta fayda bulunmaktadır. Türkiye, enerji ihtiyacının ancak yüzde 2’lik kısmını HES’ler üzerinden karşılayacaktır. Bu durum, HES konusundaki ısrarın, enerji ihtiyacıyla ilgili olmadığını, daha çok suların kullanım hakkının özel şirketlere devredilmesiyle ilintili olduğunu göstermektedir.”