Toprak, rant ve isyan

Parklar bizimGezi Parkı Direnişi, İstanbul’da yaşanan sınırsız bir toprak gaspına karşı çıkan tepkinin, temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir toplumsal mücadeleye dönüşmesi sürecidir. Geçtiğimiz Cumartesi, Gezi Parkı’ndaki ‘üç beş çapulcunun’ ciğerleri gazla zehirlenip, çadırları yıkılarak park boşaltılmıştı. İnsansızlaştırılan Gezi Parkı şimdi polis işgali altında. Parka ne halkın, ne de basının girmesi mümkün. Günlerce halaylara, toplantılara ve ateşli tartışmalara  mekan olan park şimdi ölüm sessizliği içinde. Haftalardır belediye otobüslerinde sabahlayan, kahvaltılarını kaldırıma serili gazeteler üzerinde yapan bıkkın polisler evine ve işine gitmek için sokağa çıkan insanlara bile baş belası muamelesi yapıyor. Üç haftadır polisin fiziksel terörüne maruz kalan İstanbullular, şimdi de kaldırımları koridor gibi iki yandan saran polis ve tomaların yarattığı psikolojik teröre direniyor. Bir polis şehrine dönüşen İstanbul’da Gezi Parkı’nı çiçeklendirmek ve Başbakan’ı eleştiren çeşitli duvar yazılarını boyayla kapatmak için hummalı bir faaliyet sürüyor. Bir tarih topyekün silinmek isteniyor.

Gezi Parkı Direnişi, İstanbul’da yaşanan sınırsız bir toprak gaspına karşı çıkan tepkinin, temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir toplumsal mücadeleye dönüşmesi sürecidir. Geçtiğimiz Cumartesi, Gezi Parkı’ndaki ‘üç beş çapulcunun’ ciğerleri gazla zehirlenip, çadırları yıkılarak park boşaltılmıştı. İnsansızlaştırılan Gezi Parkı şimdi polis işgali altında. Parka ne halkın, ne de basının girmesi mümkün. Günlerce halaylara, toplantılara ve ateşli tartışmalara  mekan olan park şimdi ölüm sessizliği içinde. Haftalardır belediye otobüslerinde sabahlayan, kahvaltılarını kaldırıma serili gazeteler üzerinde yapan bıkkın polisler evine ve işine gitmek için sokağa çıkan insanlara bile baş belası muamelesi yapıyor. Üç haftadır polisin fiziksel terörüne maruz kalan İstanbullular, şimdi de kaldırımları koridor gibi iki yandan saran polis ve tomaların yarattığı psikolojik teröre direniyor. Bir polis şehrine dönüşen İstanbul’da Gezi Parkı’nı çiçeklendirmek ve Başbakan’ı eleştiren çeşitli duvar yazılarını boyayla kapatmak için hummalı bir faaliyet sürüyor. Bir tarih topyekün silinmek isteniyor.

Ancak bu öyle kolay olmayacak. Sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar, videolar ve yazıya dökülmüş şahitlikler bir yana, tüm bu yaşananlar bireyler ve toplum üzerinde muazzam bir değişimi başlattı. Bir miladın unutulması mümkün değildir. Duvarlar kat kat boyansa da o yazılar hatıralardan silinmeyecek. Kamu bütçesini kullanarak toplumsal tarihi silmek isteyenler, bu sefer başarılı olamayacak.

Bu insanların “iki ağaç için” hayatını niye tehlikeye attığına ve önceden sözleşmişcesine sokağa çıkıp tek vücut olmasına şaşırıp, olup biteni hâlâ anlamayanlar için şunun altını bir kez daha çizmek gerek. Toprak, toplumdan ayrı düşünülemez. Üstü betonla ve çelikle kaplansa da toprak, topraklığını yitirmez. Gün gelir deprem olur ve o hiç yıkılmayacak gibi duran yapılar yerle bir olur. Onyıllar boyunca baskı altında tutulan bir toplum da, toplum olma özelliğini öyle kolay yitirmez. Barajın duvarında açılan bir çatlaktan önceleri usul usul sızan su, kritik bir noktaya gelindiğinde çatlağı genişleterek koca bir duvarı yıkabilir. Nitekim bu direnişte de halk kendi korku duvarını aynen böyle yıkmıştır.

Ancak ne toprakla, ne de toplumla bağı kalmışların bunu anlaması beklenemez. Başkalarının emeğini ve doğayı sömürerek ezici güçlerine güç katmışların bu potansiyel kuvvetten pek haberleri olmaz. Zira bunlar kendi çevresinden başkasını referans almayan, güçle gözü dönmüş hastalıklı bir zihniyetin esiridirler. Esaretleri arttıkça, esaret altına alınamayanlara öfkelenirler.

Halka hizmetten bahsederken, koca ülkede yatırım yapacak başka şehir yokmuşçasına hizmet götürmek için hep İstanbul’u seçenlerin samimiyeti sorgulanmalıdır. Nitekim yüzbinleri sokağa döken, işte bu kolektif sorgulamanın çeşitli yansımalarıdır. Şimdi İstanbullular soruyor: neden kentsel dönüşüm projeleri hep en fazla rant getirme potansiyeline sahip semtlerde hayata geçiriliyor? Neden sekiz haneli nüfusuyla fiziksel ve sosyal eşikleri çoktandır aşmış bir şehre daha fazla göçü pompalayacak Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı ve yeni kentler projeleri dayatılıyor? Bu şuursuz toprak yağmasının sonu nereye varacak?

Meselenin halka hizmet değil, rant olduğu gün gibi ortada. Nitekim rant meselesini çoktan sindirmiş ve bu konudaki fikrini maskelemeye bile gerek duymayan Başbakan Erdoğan “biz milletimize rant sağlıyoruz” diyor. Bu eşitlik iddiasının ne kadar gülünç olduğunu yazmaya bilmem gerek var mı? Ancak hayal dünyasında yaşayanlar için bile bu eşitlik falan değildir. Başbakanın ağzına bir parmak bal çaldığı ‘milleti’, kendi partisine oy verenler ve bundan henüz pişmanlık duymayanlardır. Ancak rant meselesi bundan çok daha önemli bir boyutta tartışılmalıdır.  İstanbul’un ya da başka bir şehrin toprağı tek bir kişiye, partiye, zümreye, ırka, türe, devlete veya hatta bugünkü kuşaklara bile ait değildir. Toprak, sahip olma sanrısının  geçerliliğini yitirdiği bir varlıktır. Orada insan toplumdan, toplum topraktan ayrı düşünülemez. Dolayısıyla ille de bir sahiplik ilişkisi kurulacaksa, insan toprağındır.

Tüm canlılığın parçası olduğu müştereklerin bütünü diyebileceğimiz toprak üzerinden rant sağlamak hayatı hiçe saymanın en şuursuz ve tehlikeli biçimidir. İşte insanlar bu aymazlığa, vahşete ve hastalıklı zihniyete karşı çıkmak için sokaklara, oradan da parklara koşuyor. İşinden çıkmış insanların evlerinden önce Abbasağa, Maçka, Yoğurtçu, Cihangir parklarına ve daha onlarcasına koşup toplumla ve toprakla bir araya gelmesi de bu yüzden. Toprağın kaderinin kendi kaderleri olduğunu insanlar böyle anlıyor ve anlatıyor.

Akgün İlhan, Marksist.org