Adalar elden gidiyor mu?

diren-yassiadaÇevre Bakanlığı, Doğal Sit Alanı Kapsamında olan Yassıada ve Sivriada’nın korumasını genelgeyle kaldırdı. 28.06.2013 tarihinde askıya çıkarılan revize 1/5000 Planda “Askeri Yasak Bölge” lejandı kaldırılıp, yerine “Turizm + Kültürel Tesis Alanı” konulmuş olacak. Bu, iki adanın da kıyı kanunu işlemeyecek biçimde imara açılacak olması anlamına geliyor. Bir başka ifadeyle, iki adada da kat sınırı olmaksızın yapılaşma başlayacak. Oysa ki Prens takım adalarının 1800 yıllık bir geçmişi var. Yassıada 1. dereceden tarihi ve doğal, ve 3. dereceden arkeolojik sit alanı. Adnan Menderes ve DP’lilerin yargılandığı yer olarak toplumsal hafızada önemli ve korunması gereken bir yeri olan Yassıada’da, Bizans ve Osmanlı döneminden kalıntılar bile mevcut. Sivriada ise 2. dereceden doğal ve 3. dereceden tarihi sit alanı. Nitekim bu durum 1976’da tescillenmişti. 2006 yılında da sit tescilinin devamına karar verilmişti. Ancak 2013 Nisanında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı iki adanın doğal ve tarihi sit alanı özelliğini kaldırdı. Takriben bir ay sonra da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, adaların “ihaleye” açılacağını kamuoyuyla paylaştı.

Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu konuyla ilgili şöyle diyor: “Belediyemizin sorumluluk sınırları içinde bulunan bu bölge ile ilgili biz seçilmişlere, kentin emanetçileri olan bizlere hiçbir şey sorulmadı, yasal süreçler çiğnendi. Bakanlığın hazırladığı yeni planların dayanağı olan, İstanbul 1. Bölge Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun ‘Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı’ kararına itiraz ettik. Yapılan itirazlar değerlendirilmeden, Yassıada 1/5000 Ölçekli Plan Revizyonu ve 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı hazırlanmış, onaylanmış ve askıya çıkarılmıştır”. Farsakoğlu devam ediyor: “Bu plan %65 imar izni demektir, Yassıada ve Sivriada’ya verilen imar izinleri buralarla sınırlı kalmayacak. Korkumuz bu imar talanının diğer adalara sıçramasının kaçınılmaz olmasıdır”.

Gerçekten de korkulmayacak gibi değil. Adaların imara açılmasının sonuçlarını tahmin etmek için alim olmaya gerek yok (Bkz. İstanbul’un eşsiz güzellikteki boğazının hali). Boğazın herhangi bir yakasında yürüdüyseniz, adaları bekleyen tehlikeyle zaten aşina olmuşsunuzdur. Yabancı bir dostumla İstanbul Boğazı yürüyüşümüz aklıma geliyor. Uzun süreli şehir yürüyüşlerinin tutkunu arkadaşım, eline İstanbul haritasını almış “ne dersin yarın bütün boğazı baştan sona yürüyelim mi?” diye heyecanla soruyordu. Haritaya bakıp hülyalara dalarken, yolda baştan sona enfes bir Boğaz manzarası göreceğini sanıyordu. Durumu anlattıysam da nafile, ısrarla “çıkalım” dedi yola. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Karaköy’den başlayıp Sarıyer’e varmak üzere başladık İstanbul maceramıza. Karaköy İskelesi’nin sağı ve solundaki üç beş yüz metrelik kısımdan sonra deniz manzarası kesilmişti elbette. Sağımızda bırakın deniz manzarasını, gökyüzünü görmemize imkan vermeyen karanlık binalar, solumuzda tozu dumana katan ve birbirimizi duymamızı olanaksız kılan bir araç trafiği eşliğinde yürüyorduk uzun ince bir yolda. Fındıklı’da deniz biraz göz kırpınca şansımızın döndüğünü sanan arkadaşımın yüzünü tekrar asması uzun sürmedi. Bu sefer de devasa bir gemi Boğaz ile aramıza girmişti. Bir görünüp, üç kaybolan deniz manzarası ikimiz de gerginleştirip yormuştu. Özel mülkiyetin cenderesindeki Boğaz, paravanlarla ve bahçe duvarlarıyla bizden işte böyle çalınıyordu. Nazlı yar Boğaz, ancak Bebek’ten itibaren güzel yüzünü doya doya izlememize izin verdi. Orada soluklandığımızda ise artık tatlı bir gezinti olmaktan çıkıp, acı bir tanıklığa dönüşmüş gezimizin verdiği ruh haliyle yakında 3. Köprü ile birlikte Boğaz’da artık üç beş yüz metreden uzun gezinti alanının kalmayacağını, buraların da binalarla kaplanacağını anlattım. O ise beni dinlerken “Bir şeyler yapmalıyız, bu böyle gidemez” diyordu.

Nitekim bir kaç hafta önce birileri bir şey yaptı. İstanbul, Büyükada, Heybeliada, Burgazada ve Kınalıada’dan kalkan teknelerle Sivriada’da toplanan Adalılar ve İstanbullular, burada gerçekleştirdikleri forumda Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması protesto etti. Adalar Ortak Forumu adına yapılan basın açıklamasında şöyle deniliyordu:

“Adaların koruma statülerinin, kısa dönemli ekonomik kaygılarla halka ve bilirkişilere danışmadan torba yasalarla değiştirilerek imara ve ranta açılması, kent ve yaşam hakkımız üzerindeki sözümüzü hiçe saymaktır. Söz konusu imar için hazırlanmış herhangi bir avam proje olmadığı için keyfi bir yapılaşmaya izin veriliyor. Belirli bir kat sınırlaması bulunmuyor. Mevcut düzenleme ile söz konusu adalara kongre merkezi, kültür ve turizm yatırımları, marina ve yat limanları, ticari bina ve tesisler, restoranlar vb. yapılaşmalara gidilebilecek, bu durum diğer adaları da etkileyecektir. Adaların bütünlüğünü bozmaya yönelik bu düzenlemenin zamanla tüm adalarda uygulanabileceği endişesi ile bu planlara tüm gücümüzle ‘hayır’ diyoruz”.

Dostum “bir şeyler yapmalıyız” dediğindeki tepkim “sen ta Atina’dan ne yapabilirsin ki?” olmuştu. Ama sadece İstanbul’u ve Türkiye’yi değil tüm dünyayı kemiren bir toplum-doğa düşmanı zihniyetle mücadelede, tüm dünyadan dostlara ihtiyaç var. Karşımızda çirkin yüksek binalar, dev gemiler, yüksek duvarlı evler ve Boğaz’ı parçalayan köprüler süretinde görünen ve hızla büyümekte olan bir canavar var. Bu canavar, yarını düşünmeyen, doğal ve kültürel kaybı görmeyen ve bugünün kârına odaklanan piyasa merkezli bir kalkınma anlayışı. O nedenle konumuz Yassıada ile Sivriada da olsa, esas işimiz bütünlükçü bir yaşam mücadelesi olmalı. Çünkü Adalar, İstanbul, Türkiye ve gezegen aynı canavarla boğuşmakta. Şimdi hepimizin düşünmesi gereken şu: bu mücadelede ayrımsızca birlikte miyiz, değil miyiz?

 

Akgün İlhan

[email protected]

Kaynak: marksist.org