Gerçek Su Güvenliğinin Anahtarı: Küresel Nehirler Antlaşması

fredpearce-nehirlerantlasmasiDünyanın büyük çoğunluğu, birden fazla ülke üzerinde akan nehirlerden elde edilen su kaynaklarına bağımlı. Ancak buna rağmen, günümüzde nehirlerinin paylaşımı ile ilgili geniş tabanlı bir uluslararası anlaşma bulunmuyor. Ancak bu durum yakın zamanda değişebilir, çünkü iki küresel nehir antlaşması yürürlüğe girmek üzere.

Fred Pearce

Dünya nehirleri üzerinde bir barış patlak verecek mi?

Şimdiye kadar uluslararası nehirlerin paylaşımı ile ilgili herhangi bir anlaşma imzalanmamış olması oldukça şaşırtıcıdır. Mekong’dan Ürdün’e, Nijer’den Fırat’a, nehrin doğduğu ülkelerin aşağıdaki ülkelere olan su akışını devasa barajlar inşa ederek kesmesini engelleyecek hiç bir düzenleme bulunmuyordu. Ancak önümüzdeki haftalarda böyle iki anlaşma imzalanmış olabilir.

İlkin, kötü haberle devam edelim: Savaşçı devletler halen hidrolojik kaslarını geliştirmeye devam ediyorlar. Daha bu ay Laos, aşağı Mekong Nehri’nin Güneydoğu Asya’ya ulaşan ana kolu üzerindeki ilk barajın yapımına başladı. Laos, Xayaburi barajının ülkenin bölgedeki hidroelektrik güç merkezi olma hedefine katkıda bulunmasını umuyor.

Çin, Yukarı Mekong’da hâlihazırda bir kaç devasa baraj inşa etmiş durumda. Bunlardan bir tanesinin yüksekliği Eyfel Kulesi’nden bile daha fazla. Bu barajlar nehir sularının ulaştığı aşağı akım ülkelerinin onayı olmadan inşa ediliyor. Bu ülkeler arasında, baraj duvarlarının pirinç tarlaları için gereken verimli alüvyonların bölgeye ulaşmasını ve balık göçünü engellemesinden endişe duyan 60 milyon nüfuslu Kamboçya ve Vietnam da yer alıyor.

Su, günümüzde üzerinde uluslararası bir anlaşma yapılmamış olan en önemli küresel kaynak

Bu sırada Afrika’da Etiyopya, Nil nehri üzerinde Afrika’nın en büyük hidroelektrik barajı olacak Rönesans Barajı’nın yapımına başladı. Burada da Nil’in uzandığı aşağı akım ülkeleri Mısır ve Sudan’ın herhangi bir söz hakkı bulunmuyor. Aynı şekilde Ortadoğu’da Türkiye’nin, uluslararası bir anlaşmaya tabi olmayan en önemli küresel nehir olan Fırat üzerinde zaten sahip olduğu kontrolü, iç savaşla sarsılan Suriye’yle ileride yaşanacak herhangi bir sınır anlaşmazlığı sırasında bu ülkeye karşı silah olarak kullanması korkusu giderek büyüyor. Suriye’nin su ihtiyacını karşılamak için büyük ölçüde Fırat nehrine bağımlı olduğunu hatırlatalım.

Dünya nüfusunun %40’tan fazlası 263 sınıraşan nehir havzasında yaşıyor. Tuna, Ren, Nil, Nijer ve Zambezi nehirleri dokuz ya da daha fazla ülke sınırını geçiyor. Sınıraşan nehirler, dünya nehirlerinin toplamının sahip olduğu su kaynağının yüzde 60’ına sahip ve bunların üçte ikisi için su paylaşımına ilişkin herhangi bir anlaşma bulunmuyor.

Bu son derece tehlikeli bir durum. Gine, Nijer Nehri’nin önüne set çekme tehdidinde bulunuyor. Bu, Sahra’nın ucunda komşu Mali’nin yakınında verimli bir hazine niteliğindeki iç Nijer Deltası’nın tamamen kurumasına yol açabilir. Eylül ayında Vladimir Putin, Orta Asya’daki dağ devletleri Tacikistan ve Kırgızistan’ı ziyaret etti ve buradaki Ceyhun ve Seyhun nehirleri üzerinde hidroelektrik enerji üretimi sağlamak için daha fazla baraj yapılmasına mali destek vereceklerini ilan etti. Ancak bunu yaparken, pamuk tarlalarını sulamak için bu nehirlerin yaz akıntılarından yararlanan ve barajların bu akıntıları engellemesinden endişe duyan aşağı akım ülkeleri Özbekistan ve Kazakistan’dan gelen muhalefeti görmezden geldi.

Dünya Bankası avukatı Salman M.A. Salam’a göre su, günümüzde üzerinde uluslararası bir anlaşma yapılmamış olan en önemli küresel kaynak. Nehirlerden su kullanımı son 50 yılda üçe katlandı ve bu su çoğunlukla sulama için kullanılıyor. Günümüzde bazı nehirlerin sularının tamamı insanların kullanımı için alınıyor. Pek çok nehrin doğal akışı ise, yalnızca baraj sahipleri elektriğe ihtiyaç duyduğunda suyun akmasına izin veren hidroelektrik barajlar tarafından engelleniyor.

Yürürlükte olan bir kaç antlaşmanın geçmişi sömürgecilik zamanlarına kadar uzanıyor. Uluslararası hukukta Nil nehri, İngiltere tarafından 1929 ve 1959 tarihlerinde İngilizler tarafından imzalanan anlaşmalarla yönetiliyor. Bunlara göre Nil’in bütün suyu aşağı akım ülkeleri Mısır ve Sudan’a giderken 8 yukarı akım ülkesinin kullanım hakkı bulunmuyor. Bu kanunlar artık güvenilirliğini yitirmiş durumda ve 2010 yılında Etiyopya önderliğindeki altı devlet Nil’in kullanımı ile ilgili kendi antlaşmalarını imzaladı; Mısır ve Sudan bu antlaşmaya dâhil olmadı.

1997 yılında BM, Uluslararası Su Yollarının Deniz Seferleriyle İlgili Olmayan Kullanımı Hukukunun Kuralları Anlaşması’nı kabul etti. Bu anlaşma suyun paylaşımı için kesin ve katı kurallar getirmiyor ancak ülkelerin “paylaşılan nehirlerin sularının sürdürülebilir ve eşit kullanımını” teminat altına alması gerektiğine hükmediyordu. Çin, bu BM anlaşmasını reddederken yaptığı açıklamada kendi toprakları üzerinde akan nehirler üzerinde söz hakkının kendisine ait olduğunu belirtti.

Yalnızca 3 ülke bu anlaşmaya karşı oy verdi: Çin, Türkiye ve Burundi. Bunların üçü de büyük nehirlerin doğduğu ülkeler. Çin, Asya’nın su kulesi durumunda. Çin’deki Tibet Platosu’ndan tam 5 nehir çıkıyor: Indus, Brahmaputra, Irrawaddy, Salween ve Mekong nehirleri. Ancak anlaşmayı reddeden Çin, “kendi toprakları üzerinden akan uluslararası su kaynakları üzerinde tartışılmaz bir topraksal üstünlüğe ve söz hakkına” sahip olduğunu dile getirdi.

Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için en az 35 devletin kendi yasalarını bu anlaşmayla uyumlu hale getirmeleri gerekiyordu. Bugüne kadar yalnızca 28 devlet bunu yaptı. Anlaşmayı uygulamayanlar arasında bu anlaşmayı en baştan öneren ABD ve İngiltere de yer alıyor. Ancak anlaşmanın imzalanması için hareketlilik artıyor. Anlaşmayı yasalarına adapte eden yirmi sekiz ülkenin sekizi bunu son üç yıl içinde gerçekleştirdi. Fransa bu anlaşmanın tetikleyicisi olmuş durumda. Fransa’nın çevre elçisi Jean-Pierre Thebault, Eylül ayında Helsinki’de katıldığım bir toplantıda, Birleşmiş Milletler Su İşbirliği Yılı ilan edilen 2013’te BM anlaşmasının yürürlüğe girmesi için yeteri sayıda devletin gerekli adımları atmasını umduğunu söyledi.

nehirvetas
by [email protected]

 

Diğer yandan bu anlaşmanın bir benzeri daha bulunuyor: Helsinki Anlaşması. Bu anlaşma 1992’de Avrupa devletleri ile Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’na bağlı devletlerarasında bir nehir işbirliği anlaşması olarak başladı. Ancak 28-30 Aralık’ta Roma’da yapılacak toplantıda anlaşmaya taraf olan ülkeler muhtemelen bütün ülkelerin anlaşmaya katılabileceği yönünde oy verecekler. Potansiyel ilk imzacılar arasında Irak ve Tunus var.

Fransa’dan Thebault iki anlaşmanın birbirini tamamlayıcı nitelikte olabileceğini söylüyor.  Zira 1992 anlaşması su paylaşımı ile ilgili bir prensip açıklaması iken Helsinki anlaşması “daha sert”, çünkü anlaşmaların imzalanması için resmi düzenlemeler içeriyor.

Helsinki Anlaşması’nın Roma’da yapılacak toplantısında büyük olasılıkla anlaşmanın kapsamı yer altı su kaynaklarının kullanımını da içerecek şekilde genişletilecek. Örneğin bu anlaşma Ürdün ve Suudi Arabistan toprakları altında yer alan ve iki ülkenin bir diğeri yapmadan önce pompalarla çekmek üzere yarıştığı eski su kaynağının kurtarılmasına yardımcı olabilir. Benzer bir şekilde bu anlaşma, an itibariyle Libya tarafından kullanılmakta olan Libya, Mısır, Sudan ve Çad toprakları altında yer alan Nubian akiferinin (su içeren alt katman) ve Brezilya, Paraguay, Uruguay ve Arjantin sınırları dâhilindeki topraklar altında yer alan Guarani akiferinin kullanımını idare edebilir. Dünyanın nehirlerinin daha geniş bir biçimde paylaşılmasının yakın olduğuna dair umutlar yüksek.

Dünyanın nehirlerinin daha geniş bir biçimde paylaşılmasının yakın olduğuna dair umutlar oldukça yüksek

Suyun küresel olarak yönetilmesinin suda yaşayan canlılar ve su ekosistemlerine yardım edip edemeyeceği ise başka bir mesele. Ülkelerin BM anlaşmasını kendi yasalarına dâhil etmek için lobi faaliyetleri yürüten WWF, ileride yapılacak nehir anlaşmalarında bazı su kaynaklarının “çevresel akım” olarak tanımlanmasını ve bu yolla tatlı su balıkçılığının ve sulak alanların korunmasını talep ediyor. Ancak tehlike şu ki bunun tersi de gerçekleşebilir. Eğer nehirlerin geçtiği aşağıda yer alan ülkeler kendilerine varacak su miktarıyla ilgili bir güvence alırlarsa, bu kez de kendileri nehirler üzerine barajlar inşa edebilir.

Bu olay Indus Nehri’nde bizzat gerçekleşti. Bu nehirle ilgili Dünya Bankası aracılığıyla imzalanan 1960 tarihli anlaşma ile nehir ve nehir kolları yukarı akım Hindistan ve aşağı akım Pakistan arasında paylaştırıldı. Sonuçta ortaya daha fazla baraj çıktı ve nehrin aşağı kısmında ekolojik bir felaket yaşandı. Indus aylarca kuru kalıyor, kıyı çizgisi geriye doğru çekiliyor. Nehrin dev deltası ölü mangrovlarla (hindistan sakız ağacı) dolup taşıyor ve tuzlu deniz suyu tarlaları basıyor.

Ancak yine de dünyanın nehirlerinin daha geniş bir biçimde paylaşılmasının yakın olduğuna dair umutlar oldukça yüksek. Eskiden Dünya Bankası’nda çalışan, şimdilerde ise Oxford Üniversitesi’nde görevli su politikası uzmanı David Grey, dünyanın su kaynakları için küresel bir denetleme mekanizmasına ihtiyaç olduğunun artan sayıda insan tarafından anlaşıldığını söylüyor. Grey bunun, en azından nehirle ilgili verilere devlet sırrı muamelesi yapan yukarı akım ülkelerinin alışkanlık haline getirdiği hidrolojik gizliliği sona erdirebileceğini dile getiriyor.

Geçen ay Viyana’da konuşan Grey, Hindistan’ın Ganj Nehri’nden gelen akıntılarla ilgili Bangladeş’e çok nadiren bilgi verdiğini söyledi. Sonuç tarım faaliyetlerinin zarar görmesi ve gereksiz yere doğan hasarlar; ayrıca sellerden ölen insanlar oldu. Grey benzer bir şekilde Nil akışının daha iyi bir şekilde paylaşılmasının, Mısırlıların Nil’in yukarı kısımlarında inşa edeceği barajların kendilerinin önemli su kaynaklarını keseceğine dair korkusunun da önüne geçeceğini düşünüyor. Ancak Grey’e göre aslında zaten Nil’in su kaynağı öylesine büyük ki “doğu Afrika’da Nil’den istediğiniz kadar su alabilirsiniz ve Mısırlıların Nil’de oluşacak farkı görmesi yine de mümkün olmaz”.

Su barışı için çalışanlar, suyu paylaşmanın ille de bir tarafın kaybıyla sonuçlanmayacağını da ekliyorlar. Anlaşmayı imzalayan iki taraf da anlaşmadan kazançlı çıkabilir. Geçtiğimiz hafta ABD ve Meksika’da yetkililer Colorado Nehri’nin paylaşımı ile ilgili yeni bir anlaşma taslağı hazırladı. Buna göre Colorado nehri, sınırı geçip Meksika’ya ulaşmadan önce kurak Güneybatı bölgesinin büyük çoğunluğunu suluyor ve kurumuş delta üzerinden Kaliforniya Körfezi’ne çok az miktarda tuzlu su bırakıyor.

Colarado Nehri: Kurumanın Eşiğinde

1944 yılında imzalanan mevcut anlaşma Meksika’ya nehrin akıntısının çok küçük bir kısmını kullanma hakkı veriyordu. Meksika için bu küçük miktarı bile kullanmak oldukça zor, çünkü Meksika’nın çok az sayıda su depolama tesisi bulunuyor. Ayrıca çok sayıda sulama kanalı depremde önemli hasar gördü. ABD’nin bölgesel yetkilileri tarafından onaylanan ve yürürlüğe girmek için federal ölçekte bir onay almayı bekleyen yeni anlaşmaya göre Meksika kendi payına düşen suyun bir kısmını, Nevada ve Arizona’daki nehir üzerinde bulunan ABD’ye ait dev su depolama rezervuarı olan Mead Gölü’nde biriktirebilecek. Bu sırada ABD su yetkilileri su tasarrufu amacıyla sınırın Meksika tarafında sulama kanalları inşa edebilecek. Daha sonra bu yetkililerin aynı miktarda suyu sınırın ABD tarafında tutma ve diledikleri şekilde kullanma hakları olacak.

Bu anlaşmayla herkes daha fazla su kullanmış oluyor. ABD yetkililerinin ipucunu verdiği gibi, Colorado’nun kurumuş deltası için bile su artabilir. Bu, dünya nehirleri üzerindeki mevcut anarşinin yarattığı enkazın tam da ortasındayken, su barışının nasıl inşa edilebileceğine dair oldukça iyimser ve tutunabileceğimiz bir örnek.

Fred Pearce

 

Bu yazının İngilizce orijinali 19 Kasım 2012′de Yale Environment 360 sitesinde yayınlanmıştır. Türkçe tercümeyi yayınlamamıza izin verdikleri için kendilerine teşekkür ederiz.

Kapak fotoğrafı: James Wheeler