Ambalajlı su çılgınlığı

İçmeye doyamadığımız suyun ambalajlanması ve ülkeler arasındaki sevkiyatı doğaya sandığımızdan çok daha fazla zarar veriyor.
Günümüzde, küresel ölçekte, en az ambalajlı süt kadar ambalajlı su tüketiyoruz. Yılda kişi başına düşen 30 litreyle, gazlı içeceklerden sonra en çok tüketilen ikinci sıvı olan su-eğer tahminler doğruysa- bu yıl gazlı içeceklerin yerini almaya aday.
Ambalajlı su tüketiminin küresel çaptaki hızlı büyümesi, ilk olarak, gelişmekte olan ülkelerdeki müşterilerin çeşme suyu kalitesi konusundaki kaygılarından, ikinci olarak da, gelişmiş ülkelerdeki müşterilerin şekerli içeceklerin sağlık üzerindeki etkileri konusunda taşıdıkları kaygıdan kaynaklanmaktadır.
Bu yıl 233 milyar litreyi bulacağı düşünülen küresel satış miktarı, başka tür korkuları da beraberinde getiriyor. “İsraf, adaletsizlik, yüksek ekonomik maliyetler ve yerel su varlıkları üzerindeki etkilerinden kaynaklanan sorunlar su endüstrisinin barındırdığı sorunlar, olarak öne çıkıyor” diyor Peter Gleick, ABD merkezli Pacific Institute’ün başkanı ve Bottled and Sold: The Story Behind our Obsession with Bottled Water adlı kitabın yazarı.

Mantığın kaybı

Ambalajlı su endüstrisinin en çok eleştirildiği alanların başında ithalat ile ilgili meseleler geliyor. Ambalajlı suyun markalaştırılmasında suyun menşei dikkate alınıyor: Fransız çokuluslu Şirketi Danone’nin sahibi olduğu Evian’in menşei “Fransız Alplerinin el değmemiş zirveleri”dir; İtalya’nıın San Pellegrino’sunun menşei ise Lombardy’nin dağlarıdır.

Suyu plastik şişelerde bir ülkeden başka bir ülkeye götürmenin anlamsızlığını görmek için bir çevreci olmanıza gerek yok. “Eğer Birleşik Krallık’ta bir girişimciyseniz ve İngiliz suyunu satmıyorsanız, ilk soru “neden” olmalıdır?” diyor Karen Lynch, Birleşik Krallık’ta bulunan bir ambalajlı su üreticisi olan Belu’nun yöneticisi. “Güzel ve bereketli kaynak suyumuz varken neden millerce ötesine gidelim ki?”

Birleşik Krallık’ta satılan suyun beşte birinden fazlası (%22), Natural Hydration Group’a göre (bir işverenler grubu), deniz aşırı ülkelerden geliyor. Suyun bir kısmı Fiji ya da Himalayalar kadar uzaklardan gelmesine rağmen önemli bir kısmı Kuzey Avrupa’dan geliyor.

Bazı ithalatçıların uyguladığı lojistik değişiklikler karbon ayak izini küçük bir boyuta düşürüyor. Kıtada bulunan Evian ve Volvic fabrikaları kendi özel tren istasyonlarına sahip mesela. Bu Danone sözcüsüne göre şu anlama geliyor: şişelerin üçte ikisi (%69) Birleşik Krallığa tren yoluyla geliyor.
Ambalajlı suyu ithal etmek, ev içi musluk suyu içilebilir değilse ya da acil ihtiyaçlar için yeterli değilse hoş görülebilir. Kuraklık sırasında bazı Pasifik adalarında olduğu gibi. Ancak, bu iki durumdan hiçbiri de Birleşik Krallık için geçerli değil.
İngiliz Ambalajlı Su Üreticileri Derneği başkanı Jo Jacobius “Şu anki ihtyaçlarımız için kesinlikle temin edebileceğimizi düşünüyorum” diyor. Diğer bir ifadeyle, Birleşik Krallık’ta yeteri kadar su olduğu için ithal etmeye gerek yok.
İngiliz ürünlerini satın alma konusunda korumacılık meselesi başka bir çevreci argüman olarak öne çıkıyor. Sıkı sağlık ve güvenlik düzenlemeleri Birleşik Krallık’ta üreticilerin kendi su varlıklarını “tamamen temiz” tutmalarını aksi takdirde çalışma lisanslarını kaybedeceği anlamına geliyor.
“Birleşik Krallık merkezli ambalajlı su üreticilerinin geniş alanları temiz ve yeşil tutması gerekiyor ki su el değmemiş kalsın. Hukuk bunu öngörüyor,” diyor Jacobius.
Mesela İskoç bir ambalajlı su şirketi olan Highland Kaynağını ele alalım. Şirket Pertchire’ın Ochil Tepelerindeki kendisine ait su tutma sahasında tarım yapmaya, tarımsal sürpüntüye, inşaat ya da yerleşime kesinlikle izin vermiyor. Şirketin sözcüsü “bölgenin neredeyse otuz yıldır pestisitler ve kirlilikten korunduğunu ve bu nedenle organik arazi statüsü kazandığını” söylüyor.
Gözetim konusundaki düzenlemelerin aynısı suyun aşırı bir biçimde çıkartılmasına karşı da garanti sağlamalıdır. Aşırı su çekimi su varlıklarını azaltıyor ya da diğer lokal kullanıcıların suya erişimini de etkiliyor. Ancak bu her zaman geçerli değil. Bu yılın başlarında, İsviçre merkezli Nestlé kuraklığın vurduğu Kaliforniya’da protestocuların yoğun tepkisiyle karşılaştı. Çünkü şirket izin süresi dolmasına rağmen 27 yıl boyunca suyu lisanssız olarak çıkartmaya devam etti.
Paketleme Sorunları
Ambalajlı su sadece suyla ilgili bir mesele değil. Bu mesele şişelerle de ilgili. Endüstrinin arz tarafından kaynaklanan etkilerinin kaydadeğer bir bölümü paketlemeden kaynaklanıyor.
Plastik endüstriye hakim durumda. Endüstrinin büyük oyuncuları olan Nestlé, Danone, Coca-Cola ve Pepsi, PET’lerde geri dönüştürülmüş içeriği artırmak için uğraşıyorlar. Ancak ilerleme yavaş. Coca-Colanın mesela tüm ambalajlı içeceklerinin %34’ü geri dönüştürülmüş PET. Danone’nin temel su markalarında ise bu oran sadece % 9.
Arz sıkıntısı nedeniyle üreticiler elleri ve kolları bağlanmış olduğunu söylüyor. Bu durum kısmen fiziksel altyapı (yeteri kadar yeniden işleme tesisi bulunmuyor) nedeniyle kısmen de kamusal davranış (müşteriler yeteri miktarda şişeyi geridönüştürmüyorlar) nedeniyle.
Ambalajlı su şirketleri tüm sorunları çözme konusunda katkıda bulunabilirler. Ya geri dönüştürme kapasitesine yatırım yaparak ya da kamusal geridönüşüm kampanyaları yürüterek.
Endüstri paketleme inovasyonlarından tamamıyle uzak değil. 2011’in sonunda, Coca-Cola %30’a kadar organik materyali barındıran plastik bir şişe tanıttı piyasaya. PlantBottle markası ise şeker kamışını işlerken ortaya çıkan atığı kullanıyor. Yeni nesil bir teknoloji organik içeriği %100’e kadar çıkartabilir.
Paketlerin ağırlığını azaltma yönündeki çabalar da başka bir inovasyon olarak öne çıkıyor.
Geçen yıl Belu’da başlatılan bir inovasyon örneğinde %18 daha hafif olan yeni bir cam şişenin %11 daha az emisyona neden olduğu görüldü. Şirket diğer şirketlerin kullanımını da teşvik etmek için bu cam teknolojisini patent altına almadı.
Bu tür çabalar ambalajlı su endüstrisinin karbon etkilerini azaltma konusunda kaydadeğer sonuçlar yaratıyor.

Kaynak: The Guardian