İnsanların Su Hakkı

Raffaella Cavalho, Italian World Water Contract

1. Önsöz:

Su, hayat için gerekli bir kaynaktır: onsuz yaşanmaz. Su, başka hiç bir elementin yapamayacağı gibi, milyonlarca insanı yerinden etme gücüne sahiptir.

İnsanlığın doğuşundan beri ilk topluluklar, tatlı su kaynakları çevresinde, nehir ya da göl kenarlarında toplanmıştı. Suyun varlığı ya da yokluğu insanların yerleşeceği yeri hep belirlemiştir ve belirlemeye devam etmektedir ve dolayısıyla bütün toplumun hayatını belirler.

Su, tüm dinler ve kültürlerde merkezi bir rol oynar; insanlar su için, dua eder, şarkı söyler, dans eder, yazar, hayal kurar.

Ayrıca, bizler sudan yapıldık, bu nedenle yaşam için ona ihtiyacınız var; ve bizim gibi, her canlı biçimi de tamamıyla suya bağımlıdır.

Bununla birlikte su, insanlığın ortak yararına ve aslında, herkesin ayrılmaz bir parçası, herkesin eşit olarak paylaşması gereken bir madde olmasına rağmen, dünyada bugün bir buçuk milyon insanın içecek suyu yok. 2015 yılında iki milyondan fazla kişi sanitasyondan yoksun kalacak ve suya erişimi olmayan insanların sayısı daha da artacak.

Hepimiz, gelecek nesillerin yaşamını ve kendi yaşamımızı savunmakla yükümlüyüz.

2- Su herkesin teminat altına alınması gereken hakkıdır, oysa dünyada çok fazla insanın su hakkı reddedilmiştir.
Su Savaşlarında, Vandana Shiva (2002), “su döngüsü hepimizi birleştirir ve suyla, barışın yönünü, özgürlük yolunu öğrenebiliriz (…) açgözlülük, israf ve adaletsizlik nedeniyle çıkan su savaşlarını aşmak (…) su demokrasilerini oluşturmak için birlikte çalışabiliriz” diye yazıyor.

Su doğası gereği ortaktır, insan icadı olmadığı ve doğa bize karşılıksız verdiği için. Dolayısıyla kısıtlanamaz, sınır tanımaz. Bu nedenle özel mülk haline gelemeyeceğinden herhangi bir mal, bir meta gibi satılamaz çünkü yerine konulamaz.

Petrella’nın (2007) belirttiği gibi: “biz bu yüzyılın başında, yeni bir büyük anlatının inşasına tanık oluyoruz, sermayenin, ‘dikkate alınması gereken’ bir standart olması ilkesine göre, piyasa ekonomisinin üstünlüğü ileri sürülüyor, toplumun yapılanmasında bireyin çıkarları, ortak çıkarlar üstünde yaygınlaşıyor. Dolayısıyla hem büyük uluslar arası örgütlerin (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu) hem de Avrupa Ekonomik Topluluğunun politikalarını etkileyen global koşullar, üç özelliğiyle, yani birey, pazar ve kapital, ki referans noktasıdır, yönelimlidir. Bu sürecin temelindeki kavram, politik, sosyal, ekonomik ve hatta eğitim seçimlerini düzenleyen rekabet ilkesidir (birçok ülke eğitim sistemini, şirketler ve endüstri tarafından kullanılmaya hazır bilgi sağlamaya yönelik olarak uyarlıyor).

Bu nedenle, bütün dünyanın, benimsediğimiz gelişme modelinden kaynaklandığı çok açık olan su krizine tanık olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Burada kader değil, insan eyleminin sonucundan doğan bir süreçtir söz konusu olan.

Bu süreç insanların suya erişiminde yalnızca giderek büyüyen bir eşitsizlik üretmemiş aslında, kaynakların kendisinin kullanabilirliliğini etkilemiştir. Dikkat çekecek derecede şiddetli bir krizle karşı karşıya kalan ülkeler arasında, yeni ‘bırakınız yapsınlar’ modelinin beşiği bizzat ABD’nin kendisidir demek yeterli olacaktır!

Bu ekonomik paradigmanın nasıl gerçekleştiğini analiz edersek, su sorununun etrafında döndüğü eksenin suyun metalaştırılması olduğunu görürüz. Bu, su hizmetlerinin liberalleşmesi ve özelleştirilmesi, lokalizasyon süreci ve ana tatlı su kaynakları üzerinde büyük tesislerin yapılması gibi üç yönelimle birlikte gerçekleşiyor.

Bu durumda, öncelikle tüm devletleri, suya erişimin insan hakkı olduğunu tanımaya zorlamak gibi uluslararası düzeyde tedbirlerin alınması bir zorunluluk haline geldi ama hepsi bununla bitmiyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi su, hava ve güneş gibi, insanların bireysel ve kolektif olarak yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için başvurdukları benzersiz ve kendine özgü bir yaşam kaynağıdır. (Petrella 2003)

Bu tanım, suyun bir kaynak olarak belirleyici özelliğini ortaya koymakta, özellikle suyun insan ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan diğer maddelerden farkını vurgulamaktadır: Kendine özgülüğünü, ya da başka bir deyişle, yerine başka bir şeyin konamayacağını.

Bu nokta, suyu meta olarak değil hak olarak tanımaya yol açan bir akıl yürütme için başlangıç noktasıdır. Bu noktanın kesinliğini desteklemek için başka bir şey daha ortaya konulabilir: Ne olursa olsun, piyasa sisteminin düzgün çalışması için tüm malların ortak mülkiyet olarak pazarda bir yeri vardır: değiştirilebilirler. Bu, her malın belirleyici bazı özellikleri nedeniyle üretilmesi ve seçilmesi anlamına gelmektedir, fakat onu seçen kişinin başkasını değil de onu seçmiş olması, tam da bu özelliğinden dolayıdır aynı zamanda. Ama suyu kullanmak bir seçim değildir! Herkesin suya ihtiyacı vardır, dolayısıyla herhangi bir ticari düzenleme mantığına göre, hukuki statüye ve fiyatlandırmaya tabi tutulamaz. Her toplumun ve bireyin, temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için suya ulaşımını garanti altına almak o toplumun temel görevidir.

Suyun bir hak olduğunu tanımak, bu hakla, hem insan hem de doğanın kendisiyle ilgili diğer bir dizi temel haklar arasında yakın bağı işaret eder:

•    Yaşama hakkı
•    Haysiyet hakkı
•    Özgür irade hakkı
•    Sağlık hakkı
•    Gıda hakkı
•    Eğitim hakkı
•    Sağlıklı çevre hakkı
•    Çevresel sürdürülebilirlik hakkı
•    Barış Hakkı

Suyun Birleşmiş Milletler tarafından 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne eklenmemesi, o zamanlar insan hakları açısından bir rolü olduğu düşünülmemesindendi. Bu aralar, suyun icra edilebilir bir insan hakkı olmaması, su politikalarıyla ilgili karar alma yetkisinin BM ve hükümetlerden, su hizmetlerinin özelleştirilmesi ve suyun metalaşması lehine kuruluşlara aktarılmasına neden oldu. Bu ihmali düzeltmenin tam zamanıdır. 1990 Rio Dünya Zirvesi’nde, su, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik ve çölleşme gibi önemli alanlarda eylemlerin tespit edilmesi dikkate değerdir. O zamandan beri, tüm bu sorunlar Birleşmiş Milletler sözleşmeleriyle çözülmeye çalışıldı: Suyu Koru!
Süreç başladı. Aslında, şu anda su hakkıyla ilgili birçok önemli uluslararası kararlar ve beyanlar Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmektedir. Gelişme Hakkı için Temsilciler Meclisi Kararları (2000); Toksik Atıklarla ilgili İnsan Hakları Komitesi Kararları (2004); Bağlantısız Ülkeler Hareketi’nin üyeleri olan 116 ülkenin herkes için su hakkı Bildirimi (Mayıs 2005) bunların arasındadır. En önemli belge, BM Ekonomik, Sosyal Kültürel Haklar Komitesi tarafından 2002 tarihinde kabul edilen, su hakkının bütün diğer insan haklarının yerine getirilmesi için temel bir gereklilik ve “insanın onurlu bir yaşam sürmesi için vazgeçilmez” olduğunu belirten Genel Yorum #15 belgesidir. Genel Yorum #15, suyun bir hak olduğunu belirten yetkili bir yorumdur, bu yüzden de, bağlayıcı, gerçek bir BM paktına giden yolda önemli bir kilometre taşıdır. Bununla birlikte, Genel Yorum #15 bir yorumdur. Su hakkının açıkça uluslararası hukuka yerleşmesi için bağlayıcı bir anlaşmaya ihtiyaç vardır.

3. Su hakkı için bir strateji olarak karavanlar

Çoğu zaman, suyun ortak bir insanlık malı olarak tanınması ve kamusal kullanımının yanı sıra katılımcı yönetiminin de bir insan hakkı olması çin yapılan savaşlar, yoksunluğun marjinal bir sorun olduğu ve işlev bozuklukları olan, sağlıksız ekonomik bir modele öncelik verildiği toplumsal bir bağlamda doğdu. Öte yandan, bu hayati kaynağa erişimi engellenen toplumlar, içinde bulunduğu çıkmazı her zaman kendi sınırları dışında görünür kılamamaktadır.
Bu nedenle İtalyan hareketi CeVI (1) ve CICMA(2), karavanı suyun herhangi bir kültürel veya dil arabuluculuğu olmaksızın, su hakkı barış hakkıdır gibi barış için evrensel bir referans noktası olduğunu öne sürmenin stratejisi olarak belirlediler.

Karavanlar, sık sık hayatlarını ve uzuvlarını riske atarak su kaynaklarının yönetimi de dahil olmak üzere özelleştirilmesi ve metalaşmasına karşı taraf olan yerel toplulukların hareketlerini desteklemek ve dayanışmak için bir araç haline geldi.

Karavanlar, üye hareketlerin temsilcileri ve suyu savunan yerel yönetimlerin seçilmiş temsilcilerinin arasında yapılan toplantılara vesile olarak, böylece, bir ağ ve ortak bir zemin oluşturulabilmek, Dünya Sosyal Forumu ve Dünya Su Forumu gibi dünya çapında etkinliklerde tanıtılmak için düzenleniyor.

Başka bir deyişle, bu süreç, su hakları konusunda acı verici bir durumda olan bölgelere ulaşmak, proje ve eylemlerin su kullanımına ilişkin siyasal, stratejik etkisinin olduğu yerlere gitmek, içinde su, toprak, gıdanın da olduğu yaşam hakkı mücadelesi verenler arasındaki ağı dünya çapında genişletmek için, kurumların temsilcilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu su yönetim şirketlerinin, medya branşlarının, dayanışma derneklerinin temsilcilerinin bir araya getirilmesi gerektiğinin farkına varılmasıyla başlıyor. Politik eylem için ortak prensipler oluşturulup, kurumlar arası değiş tokuşa ortam sağlanıyor.

Karavan, projeler ve siyasi dayanışma için uzun süreli ilişki kurmak amacıyla ülkelerdeki toplulukların önemli sorunlarına bizi yakınlaştıran bir deneyimdir. Topluluklara ve hareketlere bağlılığın izole olmayacağı, tersine, ortak yarar kültürünü teşvik etmekte birbirlerine güç verecekleri, değiştirmek için vazgeçilmez olan ağın kurulmasına doğru bir adımdır.

Su Karavanı, yeni ilişkiler kurmanın, coğrafi olarak uzak ama hakların ihlali vahametiyle birbirine yakın olanların kavga ve umutları hakkında konuşmalarını birbirine bağlamanın bir yoludur.

Bu tarihe kadar elde edilen tecrübeler Orta Amerika ve Türk Kürdistan’da gerçekleşti.
Kasım 2008’de karavan tarafından ziyaret edilen Nikaragua, Honduras, Guatemala ve El Salvador bölgesinde, dünyanın su havzalarının %10.7’sini oluşturan, 23 adet uluslararası, 120 su havzası olmasına rağmen kırsal alanda yaşayan nüfusun % 58’i ve kentsel nüfusun % 13’ü suya erişemiyor. Su hakkının ve kendi su kaynaklarının kullanımını savunan birçok Orta Amerika topluluklarının hayatta kalması, çevreyi tamamen tahrip edecek tehlikeli barajların inşaat projelerinin tehdidi altındadır.

Karavan, Orta Amerika hareketlerinin seferberlik yeteneklerini gösteren, dünyanın Kuzey ülkelerinin çoğunda düşünülemeyecek şekilde, sık sık yüzlerce insanın katıldığı gösterilerle karşılandı. Katılımcılar, çoğu çiftçinin hiç içme suyuna sahip olmadığı kırsal topluluklar tarafından ve hiçbiri su kanalına bağlantı hakkı olmayan, ailelerin kamplara kapatıldığı şehir yerleşke temsilcileri tarafından memnuniyetle karşıladı.

Karavan, su şebekeleri tahsisi, su şişeleme için lisans veya yeni baraj santralleri inşa etme projeleri gibi bağlamlara ve ülkelere bağlı olarak bir sürü isim altında yapılan özelleştirme süreçlerinin, böcek ilaçları ve kentsel atıklarının neden olduğu su kirliliğinin yarattığı çok ciddi sorunları yakından görebiliyor.

Çeşitli bölgelerle doğrudan temas, katılımcılara, özelleştirme süreçlerinin dağıtmaya çalıştığı, ülkelerinde, kendileri için su toplama ve dağıtım sistemlerini yöneten sayısız Su Komitelerinin (Nikaragua’da CAP’ler, diğer ülkelerde ise Juntas del Agua) deneyimlerini tanıma şansı verdi.

Birçok yerel örgüt, Avrupalı çokuluslu şirketler tarafından işlenen hak ihlalleri ve sebep oldukları yıkımlar hakkında karavan katılımcılarına belgeler verdi. Avrupa Parlamentosu için bu belgelere ve ona göre hazırlanan heyet raporuna dayanan bir dosya oluşturulacak ki, hareketin planladığı baskı eylemleri devam edebilsin.
Sosyal, ekonomik ve ulusal istikrarın, su güvencesi olmadan tehlikeye gireceğinin kabul edilmesiyle birlikte, sınır boylarında akarsu alanları olan bölgelerle özel olarak ilgilenilmesi, genel durumu, özellikle de dinsel, bölgesel veya etnik sorunlar yaşayan bölgelerdeki durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Dünyadaki tüm 261 adet su havzasının ortak bir yönetimi olmalıdır ve bunun, gerçek bir bağımlılık perspektifiyle gerçekleşmesi gerekmektedir; her milletin egemenliği tarafından sınırlanma yerine daha paylaşımcı olmalıdır. Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürt toplumu bu ideal durumun tam tersini yaşıyor. Karavanın 2009 yılında bu bölgelerden geçme sebebi budur.

Türkiye’de de Avrupa’daki gibi su kullanımına öncelik veren bir enerji üretimi için siyasi bir seçim yapılmaktadır ve bu nedenle de su, kâr kaynağıdır: barajlara ve biyoyakıt üretimine tahsis edilmektedir. Bu sayede, hayati bir kaynak olan su, herhangi bir ticari mal haline geliyor ve tehlikeli bir şekilde, gıda maddelerinin üretiminde kullanılma amacının dışına çıkartılıyor. Ülke genelinde ve özellikle, en azından yirmi adet tesisin planlandığı Kürdistan’da büyük barajlar inşa etme projelerinin arkasındaki mantık budur. Antik, arkeolojik bir sit alanı olan Hasan keyif’te kurulacak Ilısu Barajı, böyle seçimlerin getirdiği yıkımın sembolüdür: 78 bin kişi tahliye edilecek, medeniyetimizin beşiklerinden yaklaşık 400 kilometre karelik bir alan sular altında kalacak.

Karavan’ı bu bölgeye getirme kararı, Kürt sorunundan dolayıdır, Türkiye’de 20 milyondan fazla kişi için bir “azınlık” hakkı olmaması, bölgede gittikçe ciddileşen su problemiyle iç içe geçmiştir: devasa büyüklükte bir su altyapı projesi olan 32 milyon dolarlık GAP (Türkiye hükümeti tarafından Güneydoğu Anadolu Projesi olarak adlandırılan), Dicle ve Fırat nehirleri ve kolları üzerine inşa edilecek 19 hidroelektrik santralı ve 22 barajla birlikte bölgenin ekonomik gelişimi için birçok yapının inşasını içermektedir.

Karavan, gezisini, sadece su problemi değil, Kürt problemini daha iyi ve güçlü bir şekilde vurgulamak için Mart 2009 İstanbul Alternatif Su Formu’nda bitirmek üzere organize etti.

Karavanlar, su hakkı statüsünü değiştirecek tek araç kesinlikle değildir ama bununla birlikte, yeni ağlar oluşturabilecek ve daha da güçlü bir su hareketi insiyatifi geliştirmeye katkı verecek farkındalık yaratmanın bir aracıdırlar.

Dipnotlar:
1) Centro di Volontariato Internazionale (Uluslararası Gönüllü Çalışma Merkezi) CeVI 1984 yılında Udine’de kurulmuş bir STK’dır ve amacı, insan tanıtımına yönelik, daha adil uluslararası ilişkiler ve sürdürülebilir, farklılıklara saygılı adil küresel kalkınma için çalışır. Dünyanın Kuzey ve Güney’indeki kuruluşlarla, ortak hedeflere dayalı, bilgi alışverişi ve karşılıklı saygı içinde işbirliği yapar. Eğitim ve bilinç yükseltme faaliyetleri yapar ve geliştirme programları teşvik eder, popüler girişim ve faaliyetleri destekler, mevcut yerel kaynakları artırırı ki kendini geliştirme için tüm koşullar gerçekleşsin.

2) Dünya Su Kontratı için İtalyan Komitesi, Milan’da 2000 yılında kurulmuştur, amacı, Dünya Su Manifesto’nun ilkelerini ifşa eder. mahalli idareler ile ulusal ve uluslararası kuruluşlarla ilgili eğitim, bilinçlendirme ve lobi faaliyetleri
yapar.

Bibliography
Molinari E. (2003), Acqua. Argomenti per una battaglia, Punto Rosso, Milano
Petrella R. (2007), Una nuova narrazione del mondo, EMI, Bologna
Petrella R. (2003), Il bene comune. Elogio della solidarietà, Diabasis, Roma
Shiva V. (2002), Water Wars: Privatization, Pollution and Profit, South End Press, New York
VVAA (2005), Reclaiming public water. Achievements, struggles and visions from around the world, Drukkerij Mittelmeijer, Amsterdam